SİTEDE ARA

ŞEHZADE ALAADDİN VE ŞEHZADE ORHAN
28 Mart 2018

Doğrusunu isterseniz artık bu ülkede genel kültür, bilgi birikimi, okuma alışkanlığı gibi her insanda olması gereken özelliklerin kalmadığını, insanımızın tüm bu eksikliklerini akşamları yemekten sonra çöreklendikleri beyazcam karşısında tamamladıklarını(!) görmekten sıkıldık. Yukarıda sıraladığımız tüm değerler yerlerde. Bir ülke insanı düşünün ki, tepeden aşağıya tüm ülke tarihini televizyon dizilerinden öğreniyor. Doğru mu, yanlış mı, tam mı, eksik mi? hiç merak eden, araştıran yok. Beyazcam ne dediyse, ne söylüyorsa o. Cehalet ve buna bağlı olarak ukalalık had safhada.

 

Geçen akşam bazı dostları kırmayarak katıldığımız bir “fikir fırtınası” -bu adı vermişlerdi-  konu özellikle henüz 2. Bölümü yayımlanmış bir televizyon dizisiydi, biz de gidince öğrendik. “II. Mehmed, Bir Cihan Fatihi”. Oyuncularının başarısıyla iyi bir başlangıç yapan dizinin ilk iki bölümünü ben de izledim. Umarım senaryosu yere daha da sağlam basar ve bu dizi de tıpkı “Vatanım Sensin” gibi bir hit olmayı başarır. Konumuza dönersek o toplantıda bu dizide adı geçen isimlerden bahsedildi, Fatih’in ağabeyi Şehzade Alaaddin, Şehzade Orhan gibi. Şehzade Alaaddin’in ölüm nedeni ve Orhan’ın kimliğiyle alakalı (Orhan’ın Fatih’in başka bir anneden üvey ağabeyi olduğu iddiası gibi) çeşitli fikirler ortaya attılar, tartıştılar. Anlatılanların hemen hepsi kulaktan dolma, eksik ve belgesiz olmaları bir yana anlattıklarında da ısrarcı olmaları bizi gerçekten çileden çıkardı. Daha fazla bu bilgisizliğe, saçmalıklara dayanamayarak ortaya çıktık, ve şöyle bir konuşma yaptık.

 

“Beyler… İktidarı ele geçirmede veya İmparatorluğu parçalamamak için herşeyin geçerli olduğu devirlerde Osmanlı Padişahlarının ve şehzadelerinin iktidar ortaklarını süratle ve acımadan ortadan kaldırdıkları tarihimiz boyunca görülmektedir. I. Kosova Savaşı’nda hançerlenerek ağır yaralanan Sultan Murad, düşmanı takipte olan büyük oğlu Bayezıd’ı çağırttı ve kendisini padişah yaptı. Ve az bir zaman sonra da öldü. Bu sırada Bayezıd’ın kardeşi Yakup Çelebi de, bozulmuş, kaçan düşmanı takip ediyordu. O’na da “Baban seni istiyor” diye haber saldılar. Babasının ölümünden habersiz çadıra giren 30 yaşlarındaki Yakup Çelebi’yi hemen orada, daha babasının cesedi soğumadan boğdular. Naaşı babası Sultan Murad’ın tabutuyla beraber Bursa’ya gönderildi.

-        (Kosova Savaşı 28 Haziran 1389 yılında Osmanlı Devleti ile Haçlılar arasında Sırbistan'da Üsküp'ün kuzeyinde meydana gelmiştir. I. Murat'ın komuta ettiği Osmanlı Devleti ordusu ile Sırp Despotu Lazar Hrebelyanoviç 'ın komutasındaki, Macar, Sırp, Bosna, Eflak, Hırvat ve Çek kuvvetlerinden oluşturulmuş Haçlı ordusu arasında meydana gelmiştir. Y.N.)

 -        (I. Bayezid veya Yıldırım Bayezid dördüncü Osmanlı padişahı. 1389'dan 1403 yılına kadar hükümdarlık yapmıştır. Babası Sultan I. Murad, annesi ise Gülçiçek Hatun'dur. Y.N.)

 

Aynı olayı ileride Fatih Sultan Mehmed’in yaptığını görüyoruz. Babası II. Murad’ın ölümü üzerine, süratle Manisa’dan Edirne’ye gelecek ve ilk iş olarak henüz bebek olan kardeşi Ahmed’i boğduracaktır.  Türk tarihçiler Ahmed’in kesin kaç yaşında olduğunu bilmezler ancak Bizanslı tarihçi Dukas Ahmed’in boğdurulduğu sırada henüz sekiz aylık olduğunu belirtir. Bu cinayetlerin devletin bütünlüğünü korumak için yapıldığı fikri yaygın olmasına karşın, tek başına iktidar olma hırsının da yatmadığını hiç kimse söyleyemez. Osmanlılarda daima büyük kardeş Padişah adayı idi. Küçükler, ağabeyleri Padişah olunca iki seçenekle karşı karşıya kalıyorlardı: ölmek ya da kaçmak.

 

II. Murad’ın o sıralarda iki erkek evladı özellikle yeniçeri tarafından çok sevilen Şehzade Alaaddin ile o zaman henüz 11-12 yaşlarında bir çocuk olan Şehzade II. Mehmed (Fatih) idi. Herşey ortada. İkisinden biri ölecekti. Ama hangisi? İşte tam burada, belli menfaatler, vezirlik, sadrazamlık hesapları, lalaların gelecekteki menfaatleri, paşaların beylerbeyi olma hesapları bu iki şehzadeden hangisinin ölmesi gerektiğini saptadı. Alaaddin öldü.  Saltana çok daha yakın olan bu şehzadenin ani ölümü tarihçilerin çok dikkatini çekti ve bu ölümde bir bityeniği aradılar. Fransız tarihçi Halkondil şehzadenin bir av sırasında attan düşerek(!) öldüğünü söyler. Fakat biz Alaaddin’i cesareti ve savaş kabiliyeti yüksek, savaştan savaşa koşan bir sancak beyi olarak tanıyoruz. Bilindiği gibi Şehzadeler, savaşlarda ordunun başına geçeceklerinden at binme konusunda son derece mahir birer binici olarak yetiştirilirlerdi. Bir savaşta attan düşüp ölebilirdi ancak bir avda Şehzadenin attan düşerek hemen ölmesi pek gerçeği yansıtmıyordu.

 

Yaptığımız ciddi araştırmalar şüphelerimizde haklı olduğumuzu gösterdi. Bize göre Şehzade Alaaddin Dayı Karaca Bey tarafından katledilmiştir. İbn-i Kemal da bunu ima eder. Tarihçi Hayrullah da Amasya Tarihi adını verdiği eserinde henüz 18 yaşındaki Amasya valisi Şehzadenin bazı güven sarsıcı davranışlarda bulunduğunu, Saray’ın bundan rahatsızlık duyarak Karaca Hızır Bey’i görevlendirdiği, onun da bahtsız Şehzadeyi sarayında basıp katlettiğini yazar. Alman Tarihçi Ernest Werner’de “Büyük Bir Devletin Doğuşu” adlı eserinde Rum Kara Hızır Paşa’nın, Murad’ın gözde oğlu Alaaddin’i iki çocuğuyla birlikte gizlice boğdurduğunu anlatır. Sultan bu acının etkisini hiçbir zaman üzerinden atamadı.

 

Sonuç olarak, Sultan II. Murad oğlunun ölümü neticesinde derin bir mateme girmiş, bu dünyadan adeta kendini soyutlamıştı. Bizanslı tarihçi Ducas, onun saltanatı bırakmasıyla bu ölüm hadisesini birbirine bağlar ki biz de aynı düşüncedeyiz. Alaaddin ölümü tarihimiz için oldukça esrarengiz bir vakadır. Ducas’ın zamandaşı tarihçi Chalkokondyles de tarihçi Halkondis’in bir av sırasında attan düşerek öldüğünü söyler. Ancak her ne hikmetse bizim konularına hakim(!) tarihçilerimiz olsun, vakanüvisler olsun, hiçbir Osmanlı vakayinamelerinde bu hususta bilgi aktarılmamaktalar. Örneğin Gazavat’ta Alaaddin’den hiç bahsolunmaz(!), yok sayılmıştır, Sultan Mehmed ön plandadır. Çok ilginç. Hüseyin Hüsameddin, kaynak göstermeksizin Alaaddin’in iki küçük oğluyla devşirmelerce öldürüldüğünü anlatır. Bu rivayeti destekler mahiyette bir görüşe de Neşri’de ve Kemal Paşazade tarihinde kısa bir hikayede rastladık.  Hikaye şöyle… Varna Savaş meydanında yeniçeri ağası Kurtçu Doğan Padişah’ın atının dizginini bırakmayan Anadolu Beylerbeyi ve Alaaddin’in dayısı Karaca Hızır Bey’e “Sultan Alaaddin’i öldürdün, bu kere beğümüze kasdettin, ko gitsün” diye bağırır. Bu sözleri herhangi bir şekilde değerlendirmek için yeterli bilgiye sahip değiliz. Alaaddin idamı için de kesin, açık bir neden görünmüyor. Oğlunu çok seven II. Murad’ın eğer oğlu Karaca Hızır Bey tarafından öldürüldüyse kendisini cezalandırmaması mümkün mü? Karaca Hızır Bey Şehzadenin ölümünden sonra da mevkiini muhafaza etmiştir.

 

Kanıtsız iddialar, dedikodular bir kenara bırakılırsa talihsiz Şehzade’nin ölümünün esrarengiz perdesini aralamak pek mümkün görünmüyor. Çünkü belge yok elimizde. Nasıl olursa olsun Şehzadenin ölümü, Murad’ı büyük bir acıya sürüklemiştir. Çok sevdiği oğlunun kaybından tam üç yıl sonra yazdırdığı vasiyetnamesinde ölünce Bursa’da merhum oğlunun kabrine gömülmeyi istedi. Türbeleri bitişiktir.

 

Gelelim Şehzade Orhan olayına.  Bizanslılara rehin edilmiş veya ölüm korkusuyla Bizans’a sığınmış olan Şehzade Orhan tarihte ilk kez Fatih’in 13 yaşındayken tahtaya çıkmasıyla karşılaşıyoruz. Şöyle o dönemi bir hatırlayalım. II.Murad, düşmanlarıyla dostluk anlaşmaları  yapıp, memleketi sulh ve sükuna kavuşturduktan sonra, tahtın tek varisi olan 13 yaşındaki oğlu II.Mehmed’i padişah yaptı. Kendisi de Bursa’da inzivaya çekildi. Bu inzivanın gerçek sebepleri halen bilinmemektedir. Fakat oğlunu kendisi henüz sağken tahta çıkarmasının sebepleri belliydi. Bizce bu nedenlerin en büyüğü ve önemlisi Bizans’ta rehin olan Şehzade Orhan’dı. Oğlunun tahta oturarak padişahlığını garanti altına alması II. Murad’ın işine geliyordu. Bu durumda Orhan’ın umutları tamamen kırılacak, halk da yeni padişaha alışacaktı. Ayrıca Sultan Murad’ın Bizans’a her yıl Orhan için 300.000 akçe ödediğini de bir kenara not edelim. İşte Sultan, oğlunun ileride bir Bizans oyununa gelmemesi için kendisini tahta çıkarmıştı.

 

Fakat Sultan’ın hesapları tutmadı, 13 yaşındaki çocuk tahta çıkınca bir kıyamettir koptu. Türkleri Rumeli’den atmak için fırsat kollayan Haçlılar Tuna’yı aştılar. Karamalılar da boş durmadı, onlar da harekete geçtiler. Ve işte tam o sırada Bizanslılar da Şehzade Orhan’ı salıverdiler. Amaç Osmanlı halkı arasında ikilik çıkarmak, akıl karıştırmaktı. Bu devir Osmanlı Devleti tarihinde “Buhran Dönemi” olarak anılacaktır. Orhan’ın ayaklanması kendisine hiçbir yarar sağlamadı. Canını zor kurtararak yine Bizans’a sığındı. İşte ilk fiili hareketi bu devirde görünen Şehzade Orhan bir daha ortaya çıkmayacaktı. II. Murad’ın sağlığında Orhan için her yıl Struma vadisinin iradı olan 300.000 akçeyi Bizanslılara verdiğini biliyoruz. Bu geleneği II. Mehmed de sürdürmüştür. Sadrazam Halil Paşa’nın da buna itiraz etmemesi, her ikisinin de bu paranın veriliş nedenini bildiklerinin işaretidir. İşte 1443 yılında başlayan bu buhran dönemi İstanbul alınıncaya dek sürecektir.

 

Peki kimdi bu Şehzade Orhan? Hayır sizin az önceki konuşmalarınızda belirttiğiniz gibi II. Mehmed’in şu ya bu şekilde bir kardeşi asla değildi. Tarihçilerden Feridun Dirimtekin Orhan’ı Yıldırım Beyazıt’ın büyük oğlu Süleyman’ın torunu olduğunu söylüyor. Tarihçi Hammer’da aynı fikirde.  Bizanslı Dukas’a göreyse, Emir Süleyman’ın ölümünden sonra İstanbul’a kaçan oğludur. Yine Bizanslı Kritovulos “Padişah hazretlerinin amcaları Osmanlı Hanedanından Orhan, surların üzerinde olup Bizanslılara yardım ediyordu. Bu şahıs kendisini öldürmek isteyen biraderinin korkusuyla Konstantin’in yanına kaçmış olup, İstanbul’da oturmakta ve Konstantin ile bir takım planlar yapmaktaydı. Orhan şehrin alındığını gördükten sonra kendi canının derdine düşmüş, üzerindeki Osmanlı elbisesiyle konuştuğu Osmanlı dilinden de yararlanarak kendini şehre giren askerlerden biri olarak göstermek istemiştir. Bilahare gizlice kaçmak istediyse de kendisini tanıyan askerlerce takip edildiğini hissedince surlardan atlayarak intihar etmiştir. Askerler de hemen başını kesip Padişaha getirdiler” diye bahsetmektedir kendisinden.

 

Biz de yaptığımız detaylı araştırmalarda Şehzade Orhan’ın kimin oğlu olduğu hakkındaki kayıtların birbirini tutmadığını gördük. Ankara Muharebesinden sonra Emir Süleyman’ın henüz çocuk olan kardeşleri Kasım ile Fatma’yı imparatora rehin bırakarak, Rumeli’ye geçtiği biliniyor. Bizanslı tarihçi Dukas’ın bir kaydından Süleyman’ın rehin bıraktığı kardeşinden başka yine Yıldırım’ın oğullarından bir şehzadenin daha imparatorun yanında bulunduğu anlaşılıyor. Çelebi Mehmed zamanında İmparator Manuel’in yanında bulunan bu iki şehzadeden büyüğü olan (bizce Kasım) kızkardeşi Fatma ile birlikte imparator tarafından serbest bırakılmıştır. Tarihçi Halkondil’in adını Yusuf olarak verdiği diğer şehzadeyse din değiştirmiş (Hatta vaftiz babalığını bizzat İmparator Manuel yapmıştır) Hıristiyan olmuş, ölünce de Prodromos Manastırı’nın kapısının iç tarafına gömülmüştür.

-        (Fâtih Sultan Mehmed'in hayatına ve seferlerine dair eseriyle tanınan Bizanslı tarihçi. Aslen İmroz adası (Gökçeada) halkındandır; Kritobulos olan adı Türkçe tarihlerde Kritovulos şeklinde geçer. Y.N.)

 -        (Süleyman Çelebi ya da diğer adı ile Emir Süleyman, Osmanlı şehzadesi. 1396-1402 yılları arasında Timur tarafından Sarıhan Valisi olarak atanmıştır. Fetret Devri'nde 1402-1411 yılları arasında Edirne'de Sultanlığını ilan edip padişahlık yapmıştır. Y.N.)

 -        (Manuel Komnenos, Bizans İmparatoru (İstanbul 1123-ay.y 1180). Hükümdarlık dönemi: 1143-1180  II. İoannes Kommeneos'un oğludur. İki ağabeyinin ölmeleri üzerine veliaht oldu ve babasının ölümü üzerine Bizans tahtına çıktı (1143). Y.N.)

 -        (Agios Ioannes Prodromos (Vaftizci Yahya) Kilisesi ya da bugünkü adıyla 'İmrahor Anıtı', Bizans İmparatorluğu'nun en büyük manastırlarından Studios'un ayakta kalan en önemli bölümünü oluşturuyor. Bizans döneminde şehrin yedinci tepesi olan Samatya'da inşa edilmiştir. Y.N.)

 

Emir Süleyman’ın ölümünden sonra oğlu Orhan Çelebi İstanbul’a kaçmıştır. Orhan Çelebi sonradan Rumeli’de hükümdarlık için faaliyetlerde bulunmuş fakat Çelebi Mehmed tarafından yakalanarak gözlerime mil çekilip Bursa’da oturtulmuştur. Bu Orhan Çelebi 1429’da Bursa’da vefat etmiştir.

Arap kaynaklarına (El-menhel-üs-safi) göz attığımızda başka bir hikayeyle karşılaştık. Bu kaynaklara göre Mehmet Çelebi’nin vefatından sonra Orhan adındaki oğlunun, Süleyman adında bir oğluyla bir köle tarafından Mısır’a kaçırılmaya çalışıldığı ve bunların Murad’ın adamlarınca Kahire’den geri getirildiklerini öğreniyoruz. Ve Süleyman burada 15 yaşındayken 1437’de vefat ediyor. Ne kadar karışık, çetrefilli değil mi? Tarih araştırma ister, bilgi ister, sabır ister, belge ister. Öyle dizilerle, kulaktan dolma bilgilerle tarih anlatılamaz. Bitti mi, yok az biraz daha sabredin. Şehzade Süleyman ile kızkardeşinin Orhan’ın yanına verilen bir cariyeden doğdukları iddiası da var. Hatta Arap kaynakları daha da ileri giderek bunun iddianın da ötesinde gerçek olduğunu vurguluyorlar. Ancak biz bunun yani bu Orhan’ın Çelebi Mehmed’in oğlu değil, Emir Süleyman’ın oğlu Orhan olduğu sonucuna vardık. Şu halde Bizans’taki Orhan, Emir Süleyman’ın oğlu Orhan değildir.

Halkondil’in Paris baskısı sayfa 174 ve Bonn baskısı sayfa 398’deki bilgiler Orhan’ın Emir Süleyman’ın torunu olduğunu anlatıyor etraflıca. Hammer da kitabının 2. Cildinin 301. Sayfasında Françes’den naklenen, bu şehzadenin Emir Süleyman’ın torunu olduğunu belirtiyor tıpkı Halkondil gibi.  Kritovulos Bizans’daki Orhan’ın Fatih Sultan Mehmed’in “amcası” olduğunu yazar kitabında. Bu hesap doğruysa Şehzade Orhan, Çelebi Mehmed’in oğlu olmaktadır.

 

Gelelim Osmanlı kaynaklarına… Bu kaynaklarda Çelebi Mehmed’in Orhan isminde bir oğlu yok. Ölümünden sonra geride kalan dört oğlunun adları şöyle: Murad, Mustafa, Mahmud, Yusuf. Belki vardı da Bizans’ta kaldığı için haberdar olup ismini yazmamışlardır.

 

Bu araştırmalar bir nebze olsun aklımızı karıştırmış olabilir. Vardığımız sonuç odur ki, Bizans’ın elindeki düzmece Orhan’ın babasını tayin etmek bugünkü tarih bilgilerimiz, arşiv ve araştırmalarımızla mümkün olamıyor. Fakat kendisinin 1451’de yetişkin bir Osmanlı hanedanı olduğu muhakkaktır. Ama kimden, nereden Osmanlı? Bilemiyoruz.”

ŞEHZADE ALAADDİN...
II. MURAD HAN
YILDIRIM BAYEZID...
FATİH SULTAN MEHMED...
I. EMANUEL...
I. KOSOVA MEYDAN MUHAREBESİ...
AMASYA KALESİ...
II. MURAD TÜRBESİ...
KRITOVULOS TARİHİ...
İSTANBUL'UN FETHİ...
AMASYA KALESİ I...
AMASYA KALESİ VE ŞEHZADE ALAADDİN...
  • YORUMLAR (0)
  • YORUM YAP
    • İlk yorumu sen yap.
  • Ad Soyad E-mail Adres Yorum