SİTEDE ARA

İSLAM YAYILIRKEN SAHTE PEYGAMBERLER IV
19 Ekim 2019

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM)


TULEYHA BİN HUVEYLİD (Ö.642)

 

 Sahte peygamberlerden ikincisi olarak inceleyeceğimiz Tuleyha (Ebû Âmir Tuleyha b. Huveylid b. Nevfel el-Esedî), şahsiyet itibariyle diğer sahte peygamberler kadar kuvvetli olmamakla beraber, bir aralık Medine'yi tehdit edecek derecede cesaret göstermiş, daha sonra da Hâlid bin Velid'in ordularını ciddi şekilde uğraştırmış olduğundan tarihte oldukça önemli bir yer kazanmıştır. Asıl adı "Talha" olan Tuleyha, Necid'de oturan Esed kabilesinin ileri gelenlerindendir. Müslümanlar ona kızdıkları için "Tuleyha" yani "Talhacık" adını verdiler. Tuleyha'nın hayatını tarihen bilinen en eski günlerinden alarak inceleyecek olursak, onu Hicretin 5.yılında putperest Kureyşlilerle birlikte Medine'yi kuşatmış bir düşman, 9. yılında kabilesinden bir heyetle birlikte Medine'ye gelip İslâmiyet’i kabul etmiş bir mümin, Hicretin, 10. yılında mürtedlerin (dinden çıkma) başına geçmiş, peygamberlik iddiasında bir komutan, Buzaha Savaşından bir müddet sonra ise Kadisiye ve Nihâvent Savaşlarında İslam ordusunun zafer plânlarını hazırlayan kıymetli bir Müslüman askeri olarak görmek mümkündür. Tuleyha, etrafındakilere namazdaki rükû ve secdeyi terkedip Allah’ı ayakta ve oturarak zikretmelerini emrediyordu. Ayrıca Zünnûn adında birinin veya Cebrâil’in kendisine vahiy getirdiğini iddia ediyor ve bazı seçili sözler söylüyordu.

 

En kısa şekilde yukarıda özetlemeye çalıştığımız Tuleyha'nın maceralı hayatının tarihi de bize gösteriyor ki, o bütün iddialarına karşın hakiki bir peygamber değildi, sadece bir kâhindi. Bir iki kehanet sözü, Peygamber'in ölüm haberi, bunun sonucu olan Ridde, bazı kabile ileri gelenlerinin menfaat ümitleri, Tuleyha'nın etrafına adam toplamasına fırsat vermişti.

 

Onun Müslüman olduktan sonra ilk dinden dönüşünün Hz. Muhammed’in hastalandığı döneme denk geldiğine kaynaklar ittifak ediyorlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi Hazret-i Muhammed Veda Haccından döndükten sonra uzun süren bir hastalığa yakalanmıştı. Hastalığı haberinin süratle etrafa yayılması, bazı kabilelerin dinden dönmelerine sebep oldu. Bundan istifade etmesini bilen Tuleyha bin Hüveylid, kâhinliğinin de yardımıyla, peygamber olduğunu iddiaya koyuldu. Musevilerden birçokları ona yardım ettiler. Bilindiği üzere Tuleyha’nın Hz. Muhammed’e elçi olarak gönderdiği yeğeninin (Habbal) Peygamber’e amcasının da peygamber olduğunu ve ‘Zu’n- Nun’ adında bir meleğin amcasına yardım ettiğini söylediği, Peygamber’in de bunu dinledikten sonra ‘Kendine bir de melek buldu ha’ diyerek alay ettiğidir. Hz. Muhammed’in vefatından sonra Müslümanlarla Müslümanlar Vâridat denilen yerde, dinden dönenlerse Semira'da toplandılar. Bu sırada Tuleyha'nın taraftarları gittikçe azaldı. Müslüman ordusuna katılanlar ise her an çoğalmaktaydı. Nihayet Dırar bin ül - Ezver onu sağ olarak ele geçirmek amacıyla ordusuyla üzerine yürüdü. Karşılaştıkları zaman keskin kılıcı ile Tuleyha'ya vurdu fakat kılıç Tuleyha'ya işlemedi. Bu olay Tuleyha'nın halk arasındaki itibarının artmasına yardım etti. "Ona kılıç işlemedi" sözü gittikçe yayıldı.

 

Müslümanlar Tuleyha'nın isyanı ile uğraşırlarken, Hazret-i Muhammed'in öldüğü haberi geldi. Bu defa halk yenidenTuleyha'nın etrafında toplanmaya başladı. Tuleyha artık kabına sığamaz oldu. Zı'l-Himarin Avf Cezmi ona Cedile'lerden beş yüz kişiyi istediği anda yardımcı olarak vereceği haberini yolladı. Gavs'ların başkanı da aynı şekilde Tuleyha'ya yardım vâdetti. Uyeyne bin Hısn ise Gatafan'ların başına geçip "Ben Esed'lerle aramızdaki eski anlaşma bozulduktan sonra Gatafan yurdunun sınırları tanımıyorum. Şimdi ise Cahiliyye devrinde Esed'lerle aramızda mevcut olan anlaşmayı yenileyeceğim ve Tuleyha'ya yardım edeceğim. Tanrı adına yemin ederim ki, müttefikimiz olan iki kabilenin peygamberine tabi olmayı Kureyşli Peygambere tabi olmağa tercih ederim. Hem Muhammed ölmüştür, Tuleyha ise sağdır ve kavmi ona uymuştur"dedi. Sonra kabilesi ile birlikte Tuleyha'nın yanında yer aldı. Böylece Esed, Gatafan ve Tayy kabileleri dinden dönüp Cahiliye devrindeki anlaşmalarını ve kabile taassubu sayesinde kimi toplulukları kısa sürede kontrolüne aldı.

 

Bu sırada Hz. Ebubekir’in ise Medine’de başı dört bir yandan gelen ridde haberleriyle ve ‘Namazı kılarız ama zekât vermeyiz’ diyen kabile reisleriyle dertteydi. Halife onları ‘Namazla zekât arasında fark görenle savaşırım’ diyerek geri çevirdiği için hepsi yanından öfke içinde ayrılıyorlardı. İsyan eden kabilelerin delegeleri Ebu Bekir'in huzuruna çıktıkları zaman, namazı kılacaklarını, fakat zekâtı vermekten affedilmek istediklerini, dilekleri kabul edildiği takdirde bir barış antlaşması yapacaklarını söylediler.

 

·       İslam’ın beş şartından biri olan Zekât, dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda mala sahip olan kimselerin Allah rızası için belirli kişilere vermesi gereken belli miktarı ifade eder.  Nisap, zekâtla yükümlü olmak için esas alınan zenginlik ölçüsüdür. Bu ölçü, altında 20 miskal (80.18 gr), devede 5, sığırda 30, koyun ve keçide 40 adettir. "Ve rahmet olunmanız için salâtı ikame edin [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/vergiyi verin ve o elçiye itaat edin. (Nur/ 56)"

 

Bu teklif birçok sahabe tarafından da uygun görüldü. Az kalsın elçiler maksatlarına ereceklerdi. Fakat Ebu Bekir bu isteği şiddetle reddetti ve heyetleri geri çevirdi. Bu hususta İncelediğimiz bazı belgeler, kaynağı Ömer'e kadar dayanan, aşağıdaki rivayeti kaydederler:

Ömer ve diğer Eshâb (Ashab) -Peygamber efendimizi görüp iman eden ve mümin olarak vefat eden mübarek kimseler-, Halife Ebu Bekir'e gidip: "Bırak insanları, zekât vermeden namaz kılsınlar; zira yüreklerine iman girseydi onu da kabul ederlerdi" dediler. Buna Ebu Bekir'in verdiği cevap son derece keskindir:  "Tanrıya and içerim ki, göklerden yere düşmek, uğrunda dövüşğü bir işi bırakmaktan nice daha hoştur. Hiç böyle bir şey uğrunda savaşmaz olur muyum?" Gene tekrar edelim ki, dinden dönüp ayrıca savaştan da kaçınmayanlar daima iktisadi gayelerle harekete geçmiş bulunuyorlardı.

 

Tuleyha ortamın müsait olduğu kanaatiyle Medine üzerine yürüyünce Hz. Ebubekir için savaşmaktan başka çare kalmadı. Savaştı ve yendi de. Ama Tuleyha kaçıp kurtuldu ve tehditlerine devam etti. Bunun üzerine ünlü sahabe Halid bin Velid onu takiple görevlendirildi. Gerçekte zayıf durumda olan Tuleyha’ya önce İslam’a dönmesini teklif etti Halid ama o ‘Ben Allah’ın resulüyüm’ diyerek geri çevirdi teklifi. Bunun üzerine başlayan savaş sırasında Tuleyha ile başkomutanı Uyeyne arasında geçen ilginç konuşmalar kaynaklarda ayrıntılı şekilde yer alıyor. Tuleyha çadırında güya vahiy beklermiş gibi harmanisi içinde büzülmüş beklerken Uyeyne ara ara gelip ‘Cebrail hâlâ gelmedi mi?’ diye sorar. Bu soru-cevap birkaç kez tekrarlanıp Tuleyha’nın ‘Henüz gelmedi’ demesi Uyeyne’yi kızdırır ve nihayet ‘Ocağın sönsün’ deyip Tuleyha’nın sarındığı örtüyü çeker. ‘Allah layığını versin, bu peygamberlik icabıdır’ diye söylenen Tuleyha o anda vahiy gelmiş gibi hareketler yaptıktan sonra doğrulup ‘Cebrail geldi ama senin fena hareketinden ne dediğini anlayamadım’ deyince Uyeyne elde kılıç başında bekler Tuleyha’nı. Arada yine ‘Geldi mi. Geldi mi?’ diye sormaktadır. Savaşı kaybetmek üzere olduklarının anlaşıldığı noktada Uyeyne pes eder: ‘Cebrail seni ona en muhtaç olduğun  anda terk etti, gelirse adamlarım bizden bu kadar deyip gittiler dersin. Elini cebinden çıkarsın nöbet artık onundur’ der. Çatışmanın kendi çadırının sınırına dayandığını gören Tuleyha da paniktedir. Ve gerçeği açıklar: ‘Şerefiniz için dövüşün, yoksa ortada din falan yok’ der ve yanındaki eşi Nevvar’la birlikte atına binip savaş meydanından ayrılır.

 

Zaman su gibi akıp gitmektedir. Kaynaklar, Tuleyha’nın Hz. Ömer zamanında Medine’ye gelip biat ettiğine işaret ediyorlar. Ebu Bekir'in ölümü ve Ömer'in başa geçmesi üzerine, Tuleyha İslamiyet’in egemenliğini kabul etmek üzere Medine'ye gelir. Karşılaştıklarında , Ömer ona: "Sen Ukkâ şe* ile Sabit'in* kaatilisin. Seni hiç sevmeyeceğim"der. Tuleyha: "Ey Müminlerin emiri, Allah'ın benim elimle şereflendirdiği ve beni onların elleriyle küçültmediği bu iki adama neden bu kadar önem veriyorsun?" diye cevap verir.  Bunun üzerine Ömer biatı kabul edip ona "Ey aldatıcı! Hilekâr! Kâhinliğinden ne kaldı bakalım?" diye sorar. Tuleyha bu soru karşısında mahcup olarak: "Onlar bir çift ciğerden çıkan bir iki nefesten başka birşey değildi" diye cevap verir.

 

·        Doğum tarihi bilinmeyen Ukkâ şe (Ukkaşe bin Mihsan el-Esedi) Mekke'de iman edip, İslâmiyet'i kabul edenlerin ilklerinden olmuştur. Ömrü boyunca Peygamber Efendimizin (asm) yanında bulunmaya azamî gayret göstermiş ve bu yüzden Suffe ehlinden sayılmıştır. Bedir Savaşı'nda, Peygamber Efendimiz tarafından, kılıcının kırılması üzerine, kendisine verilen değneğin kılıca dönüşmesiyle tanınıp şöhret olmuştur. Ukkaşe bin Mihsan'ın mezarı Nurdağı İlçesi'nde bulunmaktadır. Türbesi halen önemli ziyaretgâhlardan bir tanesidir.

 

·        Sabit Bin Akram el-Belevi, Bedir ehlinden, Medineli Evs kabilesinden sahabe. Bedir Gazası'nda ve diğer bütün gazalarda Peygamberimizin yanından hiç ayrılmamıştır.

 

 Bundan sonraki askeri hayatı uzun ve methe layık olan Tuleyha, Esedlerden kurulmuş olan kuvvetlerin başında olduğu halde, Kadisiye savaşına katıldı. Celala'ya Müslüman piyadesini sevketti. Nihavend zaferi onun hücum planı ile kazanıldı. Onun değerli bir savaşçı olup bin süvariye eşit sayılabileceği iddia edildiği halde, kısa süren asilik hayatı göz önünde tutulursa şef olma kabiliyetinin, şairlik, hatiplik vasıfları yanında çok zayıf olduğu meydana çıkmaktadır. Genel olarak onun H. 21 yılında öldüğü söylenirse de, H. 24 yılında kendisini 500 Müslüman askeri ile birlikte Kazvin'i savunurken görüyoruz. Böylece ölüm yılı şüpheli kalıyor. H. 21 yılı Halid'in, Numan bin Mukarrir'in, Amr bin Ma'dikerib'in ölüm yılları olarak gösterilir. Bazı kaynaklarda, savaş öncesinde bölgeyi incelemekle görevlendirilen Tuleyha’nın Nihâvend savaşında (642) Nu‘mân b. Mukarrin ve Amr b. Ma‘dîkerib ez-Zübeydî ile birlikte şehit düştüğü ve üçünün İsfahan’ın bir köyünde gömülü olduğu belirtilmektedir. Bazı rivayetlerde ise Tuleyha’nın Azerbaycan’a gönderildiği ve daha sonra kabilesi Esedoğulları’nın yanında öldüğü kaydedilmektedir.

 

Tuleyha'nın doktrini neydi diye sorarsanız, bu konuda yaptığımız araştırmalarda pek fazla bilgiye ulaşamadık. O, bir peygamberden çok bir kâhin gibi ortaya çıkmakta ve vahiy diye söylediği sözlerden birkaçı o zamanki hadiselerle ilgili arzularını ifade etmektedir. Her kâhin gibi, kısa ve seçili konuşan Tuleyha'da hiç bir dini sistem görülmemektedir. O, günümüzde bile eşine pek çok rastlanabilen parapsikolojik kuvvetlere sahip insanlardan biridir. Onun Cebrail yahut Zu'n-Nun adlı bir melekten aldığını iddia ettiği vahiyleri hakkında da az şey bilmekteyiz. Bunlardan birisi, "Güvercin ve her zaman oruçlu olan kuş üzerine yemin ederek, Esedlerin Şam ve Irak topraklarını fethedeceklerine" dair olan sözleridir. İkincisi, bir gün Tuleyha “Birkaç fersah öteye giderseniz su bulursunuz" demesi ve gerçekten orada az miktarda su bulunması, birtakım Arapları Tuleyha'nın peygamber olduğu inancına sevk etmiştir.  Zamanımızda da, nerede su veya bazı madenlerin bulunduğunu bilen genç ihtiyar birçok insanlar vardır. Üçüncü mucize gösterisine gelince: Hâlid, Medine'den çıkıp Tuleyha'nın üzerine yöneldiği zaman Tuleyha halka "Alınları akıtmalı, ayakları sekili atlara binen insanların kendilerine doğru geldiklerini" haber verdi. Gönderilen öncüler, bunlara tesadüf ettiler, tarife tamamıyla uygun olduklarına gördüler. İslam yazarı Beyhaki burada, Üyeyne'nin önceden casusları vasıtasıyla gelenler hakkında haber alıp bunu hemen Tuleyha'ya bildirdiğini ileri sürmektedir. Tuleyha'nın ibadet hakkındaki tavsiyeleriyle ilgili olarak Yâkut'da şöyle bir kayda rastlıyoruz: “Allah’ı ayakta zikrediniz; Allah’ın, yüzünüzü topraklara sürmenizle ve secde ederken aldığınız çirkin şekille ne işi var?”.

 

Bazı tarihçiler Tuleyha'nın peygamberliğinin, halkı namaz ve oruçtan muaf tuttuğu, zinayı da mubah kıldığı ve bunun gibi şeytani işlerde kolaylık gösterdiği için kabiledaşları tarafından kolayca kabul edildiğini kaydetmişlerdir. Görülüyor ki, Tuleyha hakiki bir peygamber değildir. Eğer hakiki bir peygamber olsaydı her şeyden önce, yeniden İslâmiyet’i kabul etmez ve İslâmiyet uğrunda hayatını tehlikelere atmazdı. Onun çok imanlı bir Müslüman olarak İran savaşlarında nasıl fedakârlıklarda bulunduğunu biraz önce anlatmış bulunuyoruz. O, sadece Hazret-i Muhammed'in hastalanmasından ve sonra ölümünden istifade ederek Kureyş hâkimiyetinden kurtulmak ve kabile otoritesini yeniden tesis etmek, ayrıca Hz. Muhammed gibi başka ülkeleri (Şam ve Irak gibi) kendine bağlamak hevesinde, oldukça kuvvetli bir kabile şefi ve iyi bir asker olmaktan ileri geçememiş, siyasi bir maceraperestti. Çok büyük iki sahabeyi - Hz. Ukkaşe bin Mihsan ve Hz. Sabit bin Ahram'ı - kendi eliyle şehit ettiğini yazar İslam kaynakları. İyi bir savaşçı olan Tuleyha, bin süvariye bedel bir adam olarak anılırdı. Cesur, gözü pek ve iyi savaşçıydı. Neticede, siyasi nüfuzu gibi bildirdiğini iddia ettiği dini de tarihte hiçbir iz bırakmadan kaybolup gitmiştir.

 

 

(DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU)

  • YORUMLAR (0)
  • YORUM YAP
    • İlk yorumu sen yap.
  • Ad Soyad E-mail Adres Yorum