Öncelikle “Din” dediğimiz sistem nedir? Başlamadan bu sistemin bizzat kendisine bir açıklık getirmek zorundayız. Birbirinden farklı kelimeler ve/veya tanımlar kullanarak bu disiplini açıklayabiliriz. Bu geçmişte yapılmıştır, bugün de yapılmakta, yarın da mutlaka yapılacaktır. Çünkü “Din olgusu" bir bilim dalı değildir; bir inanç, vicdan, gelenekler silsilesidir. Aksi olup da Din bir bilim dalı olsaydı, hemen her ülkenin kendine özgü dini hatta dinleri olabilir miydi?
Aralık 2012’de, ABD'li Pew Düşünce Kuruluşu’nun, Din ve Kamu Yaşamı Forumu, "2010 Dünyanın En Önemli Dini Gruplarının Büyüklüğü ve Coğrafi Dağılımı" adlı raporunu yayımladı. Günümüze dek bu konu ve alanda başkaca bir araştırma bulunmadığından/yapılmadığından, bu çalışmanın sonuçlarıyla yetineceğiz şimdilik. 230 çeşitli ülke ve farklı bölgelerde yapılan anketler ve nüfus araştırmalarına dayanan rapora göre, dünyada her 10 kişiden 8'i bir dini grup içinde yer alıyor. Bu da 2010 yılında 6,9 milyar olan dünya nüfusunun yüzde 84'üne denk düşmekte.
Dinlere göre diğer dağılımlar da şu şekilde:
Rapora göre dünyada 2,2 milyar Hıristiyan (%32), 1,6 milyar Müslüman (%23), 1 milyar Hindu (%15), 500 milyon Budist (%7) ve 14 milyon Yahudi (%0,2) yaşıyor. Bunlara ek olarak Afrika, Amerika, Asya ve Avustralya'da geleneksel dinlere inanan 400 milyon kişi (%6) var. Zerdüştlük %1'in içinde. 58 milyon kişi (%1) ise Jainizm, Sihizm, Şinto, Taoizm, Tenrikyo, Kaodaizm ve Zerdüştlük vs. gibi diğer dinlere inanıyor.
Herhangi bir dini gruba ait olmayanların sayısı ise 1,1 milyar (% 16) olarak belirlenmiş. Dinsizler(Ateistler), Hıristiyanlar ve Müslümanların ardından en büyük üçüncü grubu oluşturuyor. Bu grup içinde Tanrı'ya ya da "Evrensel bir ruha" inanan ancak kendisini belirli herhangi bir dini grubun üyesi olarak tanımlamayan kişiler de yer almakta. Dini grupların coğrafi dağılımına bir göz attığımızda Asya-Pasifik bölgesinde toplanan Hindular ve Budistler, % 99 ile ön sırada.
Dünya nüfusunun %58,8'inin Asya-Pasifik, %11,9'unun Sahra-altı Afrika bölgesi, %10,8'inin Avrupa, %8,6'sının Latin Amerika, %5'inin Kuzey Amerika ve %4,9'unun da Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da yaşadığına işaret eden bu rapora göre geleneksel dinlerin yüzde 90'ı ile diğer dünya dinlerinin yüzde 89'u da Asya-Pasifik bölgesinde yaşıyor.
Herhangi bir dini gruba üye olmayanların üçte biri de (%76) Asya-Pasifik bölgesinde yer alıyor. Sadece Çin'de 700 milyon dinsiz bulunuyor. Asya-Pasifik bölgesi çok önemli, zira bu bölge Müslüman nüfusun %62'sine de ev sahipliği yapıyor. Müslümanların %20'si Ortadoğu ve Kuzey Amerika'da, %16'sı ise Sahra-altı Afrika bölgesinde yaşıyor. Avrupa'daki Müslüman nüfusu ise sadece %2.
Hıristiyan ve Yahudilerin dünyanın dört bir yanına dağıldığını gösteren rapora göre Hıristiyanların %26'sı Avrupa, %24'ü Latin Amerika ve Karayipler, % 24'ü Sahra-altı Afrika bölgesinde yaşıyor. Kuzey Amerika'daki Hıristiyan nüfusu ise %20. Yahudilerin neredeyse yarısı (%44) Kuzey Amerika'da yerleşik, diğer yarısı da (%41) İsrail'de yaşıyor.
Bu detaylı araştırma sürüp gidiyor. Verdiğimiz kadarından da anlaşılacağı üzere yeryüzünde hemen hemen tüm ülkelere dağılmış bir inanç şekli var. 2010 yılından günümüze dünya nüfus artmış olsa da, herhangi bir dine mensup kişilerin sayısında pek de önemli değişiklikler olmadığına inanıyoruz.
Öyleyse “Din” nedir sorumuza geri dönelim. “Din; insanların doğaüstü güçlere, kutsal saydıkları türlü varlıklara, Tanrı ya da tanrılara inanma, tapınma biçiminde katıldıkları gizemsel olgudur” diye ortak bir inanç, bir tanım var genelde. Bu tanıma biz de şöyle bir katkıda bulunabiliriz mesela: “Din; genellikle doğaüstü, kutsal ve ahlaki ögeler taşıyan, çeşitli ayin, uygulama, değer ve kurumlara sahip inançlar ve ibadetler bütünüdür.” Aynı şeyi söylüyormuşuz gibi gelse de biraz detaylı bizimki.
Teoloji ve Din terimleri birbirinden ayrılmaz iki olgudur. Teoloji ilahiyat, ya da tanrıbilim, "Tanrı" kavramı ve din olgusunun sistematik olarak ele alan disiplindir. Ana konusu doğaüstü güçlerdir, ancak dini epistemoloji/bilgi felsefesi - ki bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen felsefe dalına verilen addır - ve vahiy ile ilgilenir.
Konu gitgide derinleşiyor farkındayız. Tüm yönleriyle dinleri irdelemek çok fazla zaman gerektirdiğinden biz de herkesi kendi inanç ve doğrularıyla baş başa bırakalım. Her neyse, çok geniş ve hemen her inananın “Benim dinin seninkinden iyidir” düşüncesiyle dinini yaşadığı bu mayınlı araziden çıkıp başka bir konuya girelim istiyoruz.
Dinde sorgulama yoktur dedik. Hangi dini liderle görüşürseniz görüşün bu soruya dolaylı cevap verecektir. Ama biz yine de sözümüzün arkasındayız. Özellikle dinimiz İslamiyet tam bir “akıl” dinidir, akıla, aklı çalıştırmaya, düşünmeye, yorumlamaya, araştırmaya izin vermekle de kalmaz emreder.
Kuran’da akıl kelimesi fiil olarak 49 yerde geçiyor, akıl etmek, aklını kullanmak ve akıl erdirmek şeklinde. Düşünmek kelimesi ise çok geniş örnekler verilerek 84 yerde geçer. (Bunlar bizim şu anda aklımıza gelenler. Fazlası çıkabilir ama eksiği çıkmaz) Genel olarak Kuran’a bakıldığında inkâr edenlerin aklını kullanmadığı, iman edenlerin ise akıl yoluyla düşünerek gerçeğe ulaştıkları ya da ulaşmaları gerektiği ayrıntılı olarak işlenmektedir.
Örneğin Al-i İmran suresi 191’de Yüce Rabbimiz; yanları üzerine yatarken bile Allah'ı anar ve yerlerin ve göklerin yaratılışı konusunda düşünürler buyurur. Akıl, İslam’daki en kalın ve de sağlam direktir. Hiçbir kutsal olduğu iddia edilen metinde, akıl yürütme yoluyla gerçeğe ulaşma konusuna bu kadar yoğun ve açık vurgu bulunmaz. Kuran kulları her fırsatta akla ve düşünmeye davet eder. Akıl yürütmeyle insanların Allah'ı bulacaklarını, hakikate mantık, kıyas, düşünme ve akıl yürütmeyle rahatlıkla ulaşabileceklerini verdiği türlü örneklerle açıklar. Çünkü Kuran Âlemlerin Rabbinden indirilmedir ve O’nda hiçbir şüpheye yer yoktur. -"...Kur'an'ı iyiden iyiye düşünmezler miydi?" Muhammed/24 - Andolsun Biz Kuran'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp düşünen var mı?" Kamer/17.
Kuranda akıl ile ilgili tahmini 75 sure geçiyor. Bazıları;
Bu akıl ve düşünmeyle ilgili örnekleri çoğaltabiliriz. Kutsal Kitabımızdaki bu Allah Kelamları, Yüce Yaradan’ın kullarından akıllarını kullanmaları/düşünmelerini istediğinin en önemli örnekleridir. Son olarak akıl kelimesinin Arapça ˁḳl kökünden gelen ˁaḳl عقل sözcüğünden alıntı olduğunu da belirtelim. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kuran'da, isim olarak “akıl” sözcüğü geçmez, ancak onunla hemen hemen aynı anlamı içeren lübb 12 kez, hilm 13 kez, hicr 14 kez, nühâ15 kez ve fuâd 16 kez aklın yerine kullanılmıştır.
Kimi filozoflara göre akıl; “Vahiy, inanç, sezgi, duygu, algı ve deneyden farklı olarak, salt insana özgü olan bilme yetisi, doğru düşünme, hüküm verme ve kavram oluşturma gücüdür.”
Akıl bize yol gösterir. Onunla doğru ile yanlışın, gerçek ile yalanın ayırımını yaparız. Aklı kullanarak bir konuda düşünce yürütür, konuşur, tartışır, analiz yapar ve sonuç çıkarırız. Aklın gıdası; başkalarının tecrübelerinden yararlanmak, okumak, bilgi edinmektir. Akıl, insanlar arasındaki iletişim ve anlaşmanın tek nesnel yoludur ve düşünce sürecini yöneten, ışık tutan kavramlar ve bilgiler vasıtasıyla çalışan yetenektir.
Akıl, her bilgiyi alan, gelişmek için var edilmiş en kıymetli özelliğimizdir. Düşünmesini bilen bir akıla sahip olmak büyük bir lütuftur. İnsanlık için yaşamı kolaylaştıran en hayırlı şeyleri “Düşünenler” bulmuşlardır. Önündeki engeller ise öfke, kin, bencillik gibi olumsuz insani özelliklerdir. Hz. Muhammed, “İnsanlara akılları nispetinde konuşun” demiştir. Mevlana’nın “Anlayana anlatmazsan zulmedersin. Anlamayana anlatırsan yine zulmedersin” deyişi de akıl üzerine pek çok düşünceyi içinde barındırır.
Özetle; Allah bize aklımızı kullanmayı, düşünmeyi emretmiştir ve de konu ayırımı yapmamıştır. Çünkü Allah, akıl yoluyla, düşünerek kendisine ulaşmamızı istemektedir. Üzerinde düşünülmeden, ne demek istendiği hakkında kafa yormadan, yorum yapılmadan, papağan misali zikredilen Allah Kelamının, İslam Âlemini getirdiği durum ortadadır. Dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervleri üzerinde oturan İslam ülkeleri, birbirleriyle, sınır komşularıyla kanlı bıçaklı olmakta, üstelik kazandıklarını diğer fakir, ihtiyacı olan diğer İslam ülkeleriyle paylaşacakları yerde, servetlerini İslam olmayan ülkelere peşkeş çekmektedirler. Suriyeli göçmenlerin durumu ilgisizliklerinin en büyük göstergesi. Başları secdeden kalkmayan, ellerinden tesbihi eksik etmeyen bu insanların ne derece doğru yapıp yapmadıklarını, aşağıda verdiğimiz bazı surelerden anlayabiliriz.
“İyilik, yüzünüzü doğu ya da batı cihetine dönmeniz değildir. (Gerçek anlamda) iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a ve nebilere inananların; sevmesine rağmen malı, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve kölelere verenlerin; namazı kılıp, zekâtı verenlerin; söz verdiklerinde sözlerine bağlı kalanların; fakirlik, hastalık ve savaş zamanında sabredenlerin yaptığıdır. İşte bunlar sadık olanlardır. Bunlar takva sahiplerinin ta kendileridirler.” (2/Bakara 177)
“Sana neyi infak (nafaka vererek bir insanın geçini sağlama) edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak infak ettiklerinizi; ebeveyne, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışa (verin). Hayır olarak ne yaparsanız, şüphesiz ki Allah onu bilir.” (2/Bakara 215)
“Yapacağınız infak ve sadakaya en fazla hak sahibi olanlar; kendilerini İslam davasına adayan, Allah yolunda cihat etmek ve görevden göreve koşmaları nedeniyle dünyalık işlere vakti kalmamış ayrıca Allah yolunda edindikleri düşmanlar tarafından yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremeyen, Allah yolunda alıkonulmuş fakirlerdir. Sergiledikleri iffetli tavırdan ötürü onları tanımayan, zengin zanneder. Sen onları yüzlerindeki (fakirlik alametlerinden) tanırsın. İnsanlardan ısrarlı/bıktırıcı bir şekilde istemezler. Hayır olarak her ne infak etmişseniz, hiç şüphesiz Allah onu bilir.” (2/Bakara 273)
“Sadakalar (zekât malları), Allah tarafından belirlenmiş bir farz olarak yalnızca fakirlere, miskinlere, zekât memurlarına, kalbi İslam’a ısındırılanlara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalmışa verilir. Allah (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. (9/Tevbe 60)
“Yakın akrabaya, miskine/ihtiyaç sahibi yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, malı saçıp savurma.” (17/İsrâ 26)
“İçinizden fazilet ve zenginlik sahipleri, akrabalara, miskinlere/ihtiyaç sahibi yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere (bir daha mallarından) vermeyeceklerine dair yemin etmesinler. Affetsinler, hoş görsünler (yaptıklarını görmezden gelsinler). Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.” (24/Nûr 22)
“Onların mallarında dilencilerin ve mahrum kalmışların hakkı vardır. (51/Zâriyat 19)
Evet, buraya kadar nelerden bahsettik bir bakalım. Önce Din nedir ona bir baktık, sonra dünyadaki kitaplı/kitapsız dinlerin inananlarının istatistiki verilerini inceledik. Sonra İslamiyet’in diğer hiçbir İbrahimi dinlerde olmadığı kadar akıla, düşünceye, yorumlamaya önem verdiğini bizzat Allah’ın Kelamlarıyla hatırladık. Yani Yaradan’ın en muhteşem yaratığı olan İnsana aklını kullanması, düşünmesi için emirler verdiğini gördük. İnsanoğlunu diğer yaratılanlardan ayıran en büyük özelliğinin, onu insan yapanın akıl, düşünce ve yorumlama olduğunu bizzat Allah’ın Kitabı’ndan duyduk. Öyleyse biz de, gerçek bir Müslüman, gerçek bir kul olmak için, her konuda aklımızı kullanmalı ve de düşünmeliyiz. Anlamadan okumak, söyleneni düşünmeden tatbik etmek, bizden istenilenin ne olduğunu, neye hizmet ettiğini robot gibi uygulamak Yaradan’ın tüm emirlerine aykırıdır. Karşımızdaki konu ne olursa, nereden alınmış olursa olsun onu irdelemeden kabullenmek insanoğluna yakışır bir eylem değildir.
Devam edeceğiz…