SİTEDE ARA

AKLIMDA CEVAPSIZ SORULAR III...
03 Kasım 2020

HZ.MUSA’NIN FİRAVUNLA KARŞILAŞMASI

 

Exodüs’ten çok önce bir zaman dilimindeyiz. İleride değineceğimiz pek çok maceradan sonra Musa Medyen’den Mısır’a döner. İlk işi Mısır’da yaşayan halkına tanrının müjdesini (vaat edilmiş topraklar) vermek olur. Ancak işi bir hayli zordur Musa’nın. Zira Mısır’dan kaçmasından (ki bunun tarihi belli değildir) bu yana 40 yıl, yani o zaman diliminde ortalama bir ömür süresi, bir başka deyişle bir kuşak geçmiştir. Kendisini hatırlayanların çoğu ölmüştür. Yaşayanlar ve de hatırlayanlar varsa da, bu ihtiyar kesim onu bir Yahudi olarak değil, firavunun üvey kardeşi olarak hatırlamaktadırlar hayal meyal de olsa.  

 

Dahası Mısır sarayında, Mısır kültürüyle büyümüş, aralarında hiç bulunmamış ve işlediği cinayet nedeniyle 40 yıl boyunca Mısır dışında yaşamış, tanımadığı üstelik dili tutuk, iyi konuşamayan bir “Yabancının” sözlerine ne kadar kolaylıkla inandıklarını bilinmemiz çok zor. Bu durumda, çölde gezen bir çobanın yerine (Medyen konusunda değineceğiz) bu teklifin, Mısır’da var olduğu söylenen İsra-el halkının tanıyıp güvendiği, sözünü dinleyeceği itibarlı birilerine, mesela marifetli bir Yahudi bilgesine yapılması daha iyi bir seçenek olurdu gibi görünmektedir. Sonraki bölümlerde değineceğiz; her fırsatta kendisine olduğu kadar, Rabb’ine de başkaldıran, isyan eden Yahudileri ikna etmeyi başarır bir şekilde Musa peygamber.

 

Burada anlatılan hikâyede ilginç bir başka durum da, geri dönen Musa’nın tahmini 70-80 yaş aralığında olması gerekliliğidir. 30’lu yaşlarda işlenen cinayet, kaçış ve 40 sene (Tevrat’ta verilen Medyen’de geçirilen süre) sonra Mısır’a dönüş. Eğer Mısırbilimcilerin kanıtladıkları, o zaman diliminde bir Mısırlının ortalama ömrünün 40 sene olduğu gerçeğinden hareket edersek, Musa’nın İsra-el kavmine bayağı yaşlı başlı biri olarak göründüğünü kabul etmek durumundayız. Ama bu Tevrat için önemli bir mesele değildir, Kutsal Kitap’ta bütün peygamberler 100 yaşın üzerinde yaşamışlardır.

 

İsra-el kavmini ikna ettikten sonra sıra firavuna gelir. Hemen ertesi kalkar çat kapı saraya, firavuna gider. Vakit kaybetmeden hemen kendisini firavunun huzuruna alırlar bu "değerli misafiri", orada Rabb’inin sözlerini iletir ve İsrail halkının serbest bırakılmasını ister.

 

(Hz. Musa’nın Mısır’dan kaçışı ve Medyen’e gidişi, Kuran’da Kasas Suresi 15, 18, 20, 21., 24 ve 25. ayetlerde anlatılmaktadır. AC.)

 

Yalnız burada bir gariplik, gerçek dışı bir olay aklımızı kurcalıyor. İyi ya da kötü kalpliydi bilinmez ancak bildiğimiz, hatta emin olduğumuz 3.000 yıllık Antik Mısır Uygarlığının firavununun öyle sıradan bir insan olmadığıdır. O çağlarda bilinen dünyanın üçte birine hükmeden bir gücün kralıdır kendisi. Halkının gözünde bir tanrı olan firavunun huzuruna her aklına esenin kolay kolay çıkabileceğini düşünmek biraz saflık ya da büyük iyimserlik olmalı. Hele eski bir kanun kaçağının hiç çıkamaması gerekir ama Yahudi tarih yazıcıları bu durumu görmezden gelirler. Üstelik yazdıklarına bakılırsa karşısına çıkmakla kalmaz, Musa firavunu tehdit bile eder(!).

 

Narmer Paleti ya da Büyük Hierakonpolis Paleti Antik Mısır'a ait, MÖ.31. yüzyıldan kalma, üzerinde ilk hiyeroglif yazılarının bulunduğu bir palettir. Horus Tapınağı kazılarında bulunan, tek bir silt taşı parçasından yapılmış, iki tarafı da yazılı bu palet, sarayda gerçekleştirilen törenler için oluşturulmuştur. (64cm.-42 cm.) Bu buluştan sonra aynı tapınak kazılarında onlarca bu tür silt taşı tabletlere rastlanmıştır. Bu antik değerlerin konuları genelde, Firavunların savaşlarda kazandıkları zaferler, elde ettikleri ganimetler, saray hayatı ve bunun yanı sıra sarayda gerçekleşen törenlerdir. Bunların arasında 5 parçadan oluşan bir koleksiyon vardır ki bakın nelerden bahsediyor. Antik Mısır’da elçilerin “kabul törenleri”. Okuyalım bakalım bu tanrı-firavunlar, bırakın sıradan halktan birini, yabancı elçileri bile nasıl kabul ediyorlarmış.

 

Mısır firavunları elçilerin kabul günlerini genellikle saray naibi başta olmak üzere yönetimde öne çıkanların katıldığı bir “yönetim toplantısı” gününe denk düşürüyorlar. Bu toplantı günü olarak da özellikle saray işlerinde veya devlet kurumlarında çalışanların “maaşlarını” aldıkları günler seçilirmiş. İşte bu yöneticilerce kabul edilen elçi, ancak gerekli görülmesi durumunda firavunla görüşme fırsatını yakalayabilirmiş. Bu o kadar önemlidir ki, elçilerin kabul merasimleri gerek Antik Mısır, gerekse Hitit kaynaklarında uzun uzun anlatılmaktadır. 

 

Antik Mısır’da elçiler, Mısır topraklarına girdikten, yani sınırı geçtikten sonra takibe alınırmış. Firavunun huzuruna temiz, yeni ve güzel kıyafetle çıkmaları gerekirmiş. Firavunun sözünü kesenler, ters cevap verenler bir daha ülke sınırlarından içeri alınmazlarmış. Dost ülkelerin elçileri büyük iltifat ve itibar görürken, dost olmayan ya da sorunlu ülkelerin elçileri daha farklı hatta sert muameleye maruz kalırlarmış.

 

Yukarıdaki saymış olduğumuz genel uygulamalar geçerli olmakla birlikte, Antik Mısır’a gelen elçilere sınırdan girdikleri andan itibaren misafir muamelesi uygulanırmış. Bunların güvenlikleri ve bütün ihtiyaçları firavun tarafından karşılanır, elçinin ve yanındakilerin ulaşımı ve Mısır’da kullanması için iki atlı araba verilirmiş. Elçiye yolculuk boyunca refakat edilerek, başkente gelinceye kadar yol masraflarına yetecek kadar para bile verildiği kayıtlarda var. Elçilerin Mısır’a girişleri ve firavunca kabul edilmeleri bir merasime tabiymiş. Buna önem verilir ve elçilerin değerlerine göre merasimler düzenlenirmiş.

 

Bu kadar detaylı anlatılan ve halen Toronto, Kanada'daki Royal Ontario Museum'de bulunan bu Narmer koleksiyonundaki elçi kabulü bölümünü neden aktardığımız anlamışsınızdır. Özetle; firavunun karşısına öyle çat kapı kesinlikle girilemezdi.

 

Fransız bilim adamı, deneme yazarı, Antik Mısır uzmanı Gérald Messadié (1931-2018) bunları yazan Yahudi din adamlarının Rabb’inin Musa’ya “Git, firavuna şunu söyle..” derken aslında saray protokolünden ve dolayısıyla Antik Mısır’dan tamamen habersiz olduğunu vurgulayarak şunları yazar: “Sarayın töresi gereği, değil köle sayılan bir halkın temsilcisi, yüksek sınıftan bir Mısırlı bile, kralın huzuruna izinsiz, aklına estiğinde giremezdi.”

 

Yine Messadié’ye göre; “Mısırlı ustabaşının katil zanlısı Musa, hiç ceza görmeden firavunun karşısına çıkarak, Mısır’ın tanrısı sayılan firavunla İbranilerin Mısır’dan Çıkışlarıyla ilgili koşulları tartışıyor.(!) Böyle bir sahneyi hayal edenin Mısır adalet sistemi hakkında hiçbir fikri yok demektir.”

 

Tevrat anlatısında, her ne hikmetse(!) Sarayın da Musa’nın bu isteğine pek sıcak bakmadığını görüyoruz. Firavun bu hayali görüşmelerde yapılan bu hayali teklifleri sürekli reddeder. Peki, bu reddetme olayı o günün koşullarına göre ne derece mantıklıdır bir sorgulayalım.

 

Yahudilerin bu olayın yaşandığı(!) dönemde Mısır’daki durumları tartışmalıdır. Kimi Yahudi tarih yazıcıları onların son derece kötü, sefil ve yoksul koşullarda, en pis işlerde hatta zorla piramitlerin yapımında aç bilaç çalıştırıldıklarını, zor koşullarda yaşam savaşı verdiklerini anlatırken, kimileri de Yahudilerin Mısır halkının alt tabakası gibi (işçiler, emekçiler, köylüler, göçmenler, köleler) olağan şartlarda yaşadıklarında ısrarcıdırlar. Yani aralarında bir konsensüs, bir uzlaşı yok.

 

Yahudilerin de dâhil olduğu yabancı köle ve esirlerin zor koşullarda piramitlerin inşalarında çalıştırıldıkları efsanesi son zamanlarda Mısır bilimcilerin yaptıkları kazılar neticesinde geçerliliğini yitirdi. Piramitleri inşa edenlerin kalıntıları, Giza’daki piramitlerin yanındaki mezarlarda bulununca bu gerçek ortaya çıktı. Firavunlarının yakınında gömülmek onlar için en büyük onurdu. Buna ek olarak, aynı bölgede ortaya çıkarılan büyük sayıda sığır kemikleri inşaat işçilerinin temel gıdasının bu hayvan olduğunu gösterdi. Sığır Antik Mısır’da değerli bir hayvan olduğundan, bu buluş işçilerin ne derece iyi beslendiklerini de gösterir nitelikte. Duvar yazılarından da anlaşıldığı kadarıyla, işçilerden bazıları yaptıkları işten son derece gururlanıyorlardı ki, kendi ekiplerine Firavuna duydukları sadakatin bir nişanesi olarak “Khufu’nun Arkadaşları”, “Menkaure’nin İçki Arkadaşları” gibi isimler vermişlerdi. Yani Tevrat yazıcıları bu konuda da bir fikir birliği içinde değillerdir. Genelde üzerinde hem fikir oldukları şey, Antik Mısır’da yaşayan yabancı toplulukların, bilhassa kendilerinin sürekli çoğaldıklarıdır ki sayılarının Mısırlıları dahi aştığını yine Yahudi tarih yazıcıları belirtmişlerdir.

 

Ayrıca tarihsel gerçekler barındırdığı söylenen İncil ve Tevrat’ın takipçileri, Eski Mısır’da İbranilerin köleleştirildiğine dair herhangi bir kanıt bulunmadığını bilmeliler. Antik Mısırlıların eksiksiz kayıtlarına bakarak yeterince bilgi edinebildik, ancak bir ırkı köle olarak kullandıklarına dair yahut da Yahudilerin bahsettiği 10 Bela’nın (Mısır’ın 10 Laneti) yaşandığını gösterir hiçbir kayıt bulunmuyor. Aynı zamanda milyonlarca İbrani’nin, Mısır’da ya da çölde yaşadığını gösteren herhangi bir arkeolojik bilgi de yok. Sayıları Tevrat’a bakılırsa milyonu aşmış toplulukla bu gibi sorunlar yaşanmış olsaydı, her ne olursa olsun, binlerce yıllık büyük, küçük bütün olayların envanterini tutmuş olan Mısırlılar, bunları da mutlaka kaydederlerdi. Belki özellikle kaydetmemişlerdir, gizlemeye çalışmışlardır diyenler için de küçük bir hatırlatma yapalım. O dönemde kölelik normaldi ve ayıp karşılanmıyordu, niye saklamaya çalışsınlar?

 

Mısır’ın başına onca felaket gelmiş olsaydı, ileride ayrıntılı olarak değineceğimiz gibi, bunun kaydını mutlaka tutarlar ve kendi Tanrılarından (Osiris, İsis, Horus) bunlar için bir çare dilerler, adaklar adarlar, tapınaklarda ayinler düzenlerler ve bunları da kaydederlerdi. Ayrıca, kaçan milyonlarca köle Mısır’ın ekonomisini yerle bir ederdi, ancak Mısır ekonomisi, sözde ”Mısır’dan Çıkış”ın (Exodus) yaşandığı söylenilen zamanda gelişmeye devam etmekteydi.

 

Musa’nın, II. Ramses dönemi ve takip eden bir zaman aralığında yaşadığı Yahudi bilim adamlarınca iddia ediliyor. II. Ramses (MÖ. 1302- 1212) Sudan’dan Hatay ilimize kadar uzanan coğrafyada hâkim olan ve döneminin ikinci büyük gücü Hititlerle çatışmaya girerek, savaşın sonunda kendileriyle tarihin ilk yazılı barış anlaşmasını (Kadeş Barış Anlaşması) imzalamış, 90’lı yaşlarında yatağında ölmüş tarihi bir figürdür. Çelişki şu ki, bu ünlü firavun ikiye ayrılan denizde boğulmamış, kimsenin peşi sıra çöllerde koşmamış, tam 66 yıl ülkesini başarıyla yönetmiş ve Mısır tarihinin gördüğü en güçlü hükümdarlarından biri olmuştur. Döneminden kalan detaylı Antik Mısır kayıtlarında da olası bir isyan ya da böylesine toplu bir göçle alakalı herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Daha da önemlisi Musa ve kavminin sözde göç ettiği Filistin ve Sina bölgesi bu firavun döneminde Mısır’a aittir, Mısır’ın bir eyaletidir. Yani Mısır tarihi kayıtlarına göre din kitaplarında anlatılan olaylar gerçek dışı, hayal mahsulü, tarafsız bilimsel herhangi bir belgeye dayanmayan birer efsaneden ibarettir. 

 

Firavun; Tevrat yazıcılarına göre, sayıları ülke vatandaşlarını aşan, Mısırlılar için tehdit oluşturmaya başlayan, olası bir savaşta düşman tarafına geçerek Mısır’ın yok olmasına neden olabileceği bilinen ve bu nedenle de sayılarının azaltılmasına çalışılan bu “yabancı” kavmin, kendi isteğiyle Mısır’dan ayrılmak istemesine neden karşı çıksın ki? Antik Mısır kaynakları çağının süper gücü olan Mısır’ın ülkelerinde çok sayıda köleye sahip olduklarını açıkça yazmışlardır. Burada Yahudi kutsallar kendi anlatımlarının kurbanı olmuşlar. Eğer onların belirttikleri gibi İsra-el kavmi Mısırlılar için tehlikeli bir hal almışsa, Exodüs talepleriyle firavunun ekmeğine yağ sürmüş olmazlar mıydı? Firavun “Gidin” derdi ve rahat bir nefes alırdı. Ama işin aslı öyle değil elbette, amaç seçilmiş ırk oldukları iddiası ve Rabb tarafından kendilerine vaat edilmiş topraklara dönme hikâyesi.

 

Bu arada dünyanın gelmiş geçmiş en sıkı ve detaylı yazılı tarihine sahip Antik Mısır, ele geçen ve hemen hepsi deşifre edilip okunan hiyeroglif yazıtlarında, sonradan geniş bir şekilde değineceğimiz üzere bırakın Exodüs’ü, İsra-el kavminden tek satırla dahi olsun bahsedilmemektedir. Bu antik eserlerde piramitlerin yapılışları ve diğer inşaat çalışmalarında çalışan Mısırlıların yanında Ammomlulardan, Zamzumlulardan, Danlılardan, Edomlulardan, Esaoğullarından hatta Araplardan, bunların aldıkları ücretlerden, günlük yemek menülerinden, yatakhanelerinden bahsederken İsrailoğullarını yok saymasının nedenini/cevabını size bırakıyoruz. Mutlaka bir miktar Yahudi yaşamaktaydı/çalışmaktaydı Mısır’da da ancak diğer kabilelerin yanında sayıları çok azdı. İkilem değil mi? İsimleri alenen kayıtlarda belirtilmemekle beraber, ülkede sürekli artan bir köle nüfusu varlığı doğru. Ve bunların her an taraf değiştirme, düşmanla işbirliği yapma tehlikesi de mevcut. Bu durumda eğer bu nüfusları artan köleler Yahudi’yse ve de kendi rızalarıyla çıkıp gitmek istedilerse, firavun neden dirensin ki?

 

Yok eğer bu kavimin adı yazıtlarda geçmeyecek kadar az ise, Tevrat neden çıkan Yahudi sayısını Mısırdan Çıkış/ 38/ 26. sayımı yapılan yirmi ve daha yukarı yaştaki 603.550 kişi olarak vermiştir? Bu yaşın altındakilerin de en az bu sayı kadar olduğunu düşünürsek, bu durumda toplam nüfusun 1.2 milyon civarında olduğunu tahmin edebiliriz. Yani, Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış bölümüne bakılırsa, o dönemde Mısır’da yaşayan Yahudilerin sayısı 1,2 milyon. Bu durumda sizce Mısır’ın nüfusu ne olmalıydı? Yahudilerin yanı sıra bu kentte Ammomlular, Zamzumlular, Danlılar, Edomlular, Esaoğullar hatta Araplar da köle, işçi, göçmen olarak kentte yaşamaktaydılar. Haydi, kabaca en az 800.000 de onların nüfusuydu diyelim, etti size iki milyon. Buna ev sahibi konumundaki Mısırlıları ekleyelim tam 3 milyon kişi yaşamakta Tevrat’a göre o dönemde Antik Mısır’da. Bu konuya ilerleyen bölümlerde daha detaylı değineceğiz ancak yine de belirtelim, bu Mısır’dan Çıkış’ın gerçekleştiği söylenen tarih MÖ.1.446, günümüzden 3.466 yıl önce.  KRALLAR 6:1 AYETİ: “İsrail halkı Mısır’dan çıktıktan dört yüz seksen yıl sonra, Süleyman, krallığının dördüncü yılının ikinci ayı olan Ziv ayında RAB’bin Tapınağı’nın yapımına başladı.”

 

Bu ayette verilen tarih Süleyman’ın krallığının dördüncü senesi yani MÖ.966 yılıdır. Basit bir matematik hesabıyla (480 ekleyerek) Mısır’dan çıkış tarihi MÖ.1446 yılı olarak karşımıza çıkmaktadır. MÖ.1260 tarihini savunanlar bu ayetteki 480 seneyi 12 nesil olarak yorumlar. Her 40 senenin aslında bir kuşağı temsil ettiğini söyler. Fakat 1. Krallar 6:33-37′i dikkatli okunduğunda Çıkış döneminden Süleyman’a kadar aslında 19 nesil geçtiği anlaşılmaktadır.

 

Prehistoryenler (tarih öncesi bilginleri), dünya nüfusunun MÖ. 6000-3000 yılları arasında 5.000.000 civarında, MÖ.3.000 ve 0 yılları arasında da 8-10 milyon olabileceği tahmininde bulunuyorlar. Tahmin diyoruz zira bu dönemde dünya nüfusunun bir ortalamasını çıkartabilmek elbette ki çok zordur. Büyük olasılıkla, farklı bölgelerdeki insan popülasyonları, kıtlıklara, hayvan sürülerinin popülasyonuna, yırtıcılara ya da değişen hava ve iklim koşullarına tepki olarak arttı ya da azaldı.

Bu tarih ve bilgiler ışığında şöyle bir sonuca varabiliriz. Dünya nüfusunun (10 milyon), dörtte birinden biraz fazlası (3 milyon) Antik Mısır’da yaşamaktaydı(!) ve de o çağlarda (MÖ.1446) yeryüzündeki her on kişiden biri Yahudi’ydi(!). Şaşırmayın sakın, çünkü Tevrat’tan edindiğimiz bilgiler bununla sınırlı değil. Ahd-i Atik' göre, Adem ve Havva'nın bile hangi yıllarda yaşadığı bile bellidir.. Eski Ahit'ten elde edilen sonuçlara dayanarak Yahudi dinbilimcilerin yaptıkları hesap ilk insanın "M.Ö.1 Tishri (Eylül) 3761" yılında yaratıldığını söylüyor açık açık. Kozmik saat vurgusuyla, Dünya'da ilk insanın yaşama merhaba dediği yıl, 2020 yılı itibarıyla, bugünden 5781 yıl öncesine dayanıyor. Sözün bittiği yerdeyiz.

 

Peki, Mısır’ın tanrı-firavunu neden Musa’nın teklifini reddetmiştir. Öyle ya yukarıda saydığımız nedenlerle “Gidin” demesi kendisi ve Mısır ulusu adına bir kurtuluş olacaktı. Eminiz ki tanrı-firavun İsra-el kavmini bırakacaktı, ama bırakmadı neden? Bu sorunun cevabını yine Tevrat’ta buluyoruz. Çünkü Yahudilerin Rabb’i firavunu “inatçı kılmıştır.”

 

Bu tanımı biz uydurmuyoruz. Tevrat Çıkış, 7:3 ne diyor: “But I will harden Pharaoh’s heart, and tough I multiply my miraculous signs and wonders in Egypt.”  Yani; “Ben firavunu inatçı yapacağım ki, mucizevi belirtilerimi ve şaşılası işlerimi Mısır’da artırabileyim.”  

 

Sonuç olarak Musa’nın her ziyaretinde firavundan ret cevabı almasının nedeni Yahudi tanrısının tanrı-firavunu yukarıdaki ayette belirtildiği gibi inatçı yapmasıdır. Bu tanrı kafasına koymuştur bir kez, firavun ve halkına bize göre mucizeler göstermek yerine işkenceler yapacaktır.

 

 

Devam edeceğiz…

 

ÇIKIŞ...
ÇIKIŞ I...
FİRAVUN VE MUSA...
FİRAVUN VE MUSA I...
MUSA...
FİRAVUN VE MUSA II..
ÇIKIŞ II...
KUTSAL AHİT SANDIĞI...
  • YORUMLAR (0)
  • YORUM YAP
    • İlk yorumu sen yap.
  • Ad Soyad E-mail Adres Yorum