SİTEDE ARA

AKLIMDA CEVAPSIZ SORULAR IV...
04 Kasım 2020

ÖLÜM SAÇANLAR

 

Bu deyime Tevrat’ta, Mısır’dan Çıkış ya da Kaçış bölümünde rastlıyoruz. 10. Bela: Çıkış; 11, 12 kapı eşiğinde işaret bulunmayan yerlerdeki ilk doğan insan ve hayvanların ölümü (Makat behorot)Musa İsra-el kavminin ileri gelenlerini toplamıştır, Çıkış’ın son hazırlıkları yapılmaktadır. Musa onlara büyükbaş hayvanlardan kurbanlıklar seçip kesmelerini, kanlarını bir leğende toplayarak mercanköşkü otu ile ev ve ahırlarının kapılarını işaretlemelerini tembih eder. Neden ille de “mercanköşkü otu”nda ısrar edilir bilinmez. Bu konuda bildiğimiz bu bitkinin Kıbrıs ve Türkiye’nin güney kıyılarında yetiştiği ve de çam/narenciye karışımı kokulu bir ot ya da çalı türü oluşu.

 

Bu işaretleme işlemini neden yapıyoruz diye soranlara Musa’nın cevabı oldukça düşündürücüdür. “Bu gece Ölüm Saçan gelecek, kapısı kanla işaretli ev ve ahırlara dokunmayacak. Saraydakiler de dâhil, diğerlerinin vay haline.” (Mısırdan Çıkış, 11-12) Daha sözleri bitmeden İsrailoğulları harekete geçmişlerdir bile. Gerçekten de o gece “Ölüm Saçan” adına layık bir katliama girişecektir. Firavunun oğlu dâhil, kapısı kanla işaretlenmemiş her yere girerek insan, hayvan, suçlu, masum, ihtiyar genç demeden herkesin, tüm canlıların, tüm ilk doğanların canlarını alır. Sonrası malum, Yahudi tanrısının hiçbir ayırım yapmadan herkesi katletmesinden bu tanrının adeta bir seri katil, bir canavar olduğunu anlayan firavun bu kavmin Mısır’ı terk etmesine izin verir. Bu tanrı Rabb’in özelliklerinden daha sonra bahsedeceğiz ancak Tevrat’ta anlatılan bu “Ölüm Saçan” hikâyesinde bir gariplik, tuhaflık varmış gibi geldi bize.

 

Yahudi tanrısı için bu anlatılanları gerçekleştirmek kadar sıradan ve basit bir iş olmasa gerek diye düşünürken, aklımız kapılara konan işaretlere takıldı. Gerçekten de Tevrat’a bakılırsa mucize yaratmaktan bir türlü bıkmayan Rabb’in, alacağı canlar için böyle kapıları kanla işaretlemeye gereksinimi olabilir miydi? Emrindeki ölüm meleği Azrail (Azrael) bu işaretleri görmeden görevini yerine getiremeyecek miydi?

 

Bizce bu tür dini hikâyelerin ana mantığı şudur. Onları doğru okuyup anlayamazsanız onlar sizin için sadece hikâye olarak kalırlar. Üzerinde mutlaka düşünülmesi, mantık ve bilgi süzgecinden geçirilmelidirler.

 

Şimdi Tevrat’tan alacağımız iki kelimenin sıralarını değiştirelim, bakalım karşımıza ne çıkacak? Ne diyordu Mısır’dan Çıkış ayetinde; “….. tanrının halkı ordular halinde….” İşte bu cümlede geçen iki kelimenin yerini değiştirelim ve şöyle yapalım. “….. tanrının ordular halindeki halkı….” Bakın bu durumda pek çok anlaşılmazı, anlaşılır hale getirebiliyoruz. Yahudi halkının Çıkış esnasında silahlı olduklarını yukarıda verdik, daha sonra da buna yeniden değineceğiz. Bu silahlı Yahudi birliklerinin kapılara kanla konulan işaretleri de daha anlaşılır bir hale getirdiğini görüyoruz. Karşınızda, ellerinde kılıçlarıyla kapılarında kanlı işaret bulunmayan (yani Yahudilere ait olmayan) ev ve ahırlara girerek Yahudi olmayan herkesi kesen, öldüren “Ölüm Saçanlar”.

 

Tevrat’a bakılırsa asırlardır firavuna kölelik eden bir kavmin kanlı isyanıdır bu. İsyan için neler gereklidir? Bir lider (Musa), silah ve iyi bir plan, strateji. İşte başlarken anlattığımız Musa’nın Yahudi kavmi ileri gelenleriyle yaptıkları toplantı bununla ilgili olmalıdır. O meşhur toplantıda, Musa’nın bu operasyondaki liderliği, komutanlığı pekiştirilmiş ve strateji olarak da Yahudilerin gizli ordusu “Ölüm Saçanlar”ın o gece gündüzden işaretlenmemiş evlerde yaşayan ilk doğanları katletmeleri kararlaştırılmıştır.

 

Neticede ortada güçlü, silahlanmış, organize olmuş tam 600.000 kişilik bir ordu vardır. Tanrı-kral firavun, böyle bir katliamı ilahi bir gücün yapacağına mutlaka ihtimal vermemiştir. Öyle ya özellikle ve de tamamen ilk doğan suç nedir bilmeyen çocukların hunharca katledilmesine hangi ilahi bir güç göz yumabilir? Aynı şeyi firavun da yapmıştı masalı aklınıza gelmesin. Tevrat’ta anlatılan bu masalların sağlam bir dayanağı olmadığını, ilerleyen bölümlerde yine Tevrat anlatımıyla kanıtlayacağız. Öte yandan, o çağın böylesine güçlü bir dünya devinin (diğeri Hititler) firavununa böyle ikide bir “ayar verme” cesaretini arkasında güçlü bir ordusu olmasa Musa bulabilir miydi acaba? Daha ilk çıkışta canından olurdu. Mısır’dan Çıkışa mucizelerin olanak sağladığı hususuna da ilerleyen bölümlerde cevabımız olacak. Özetle, anlaşılan odur ki, kapılara konulan o işaretler “Ölüm Saçanlar”ın yanlış insanların canlarını almamaları içindir. Yoksa Ezrail, işaretleri ne yapsın ki?

 

“Ölüm Saçanlar" Mısırlıların evlerinde katliam yaparken, bundan firavun da nasibini almış, onun oğlunun da kafası koparılmıştır. İş bu kadarla kalsa da iyi; zindanlardaki İsrailoğulları kurtarılırken, aynı zindanlardaki Mısırlı mahkûmlar kılıçtan geçirilmiştir.

 

Devam edelim.. Bu izin istemeler ve reddetmeler defalarca tekrarlanacaktır. Bu elbette kolay anlaşılır bir durum değildir. Çünkü artık Musa sık sık firavunun karşısına çıkmaktan ve reddedilmekten usanmıştır. Burada bu çıkmazdan bir türlü bıkmayan biri vardır; Rabb. Musa’nın bu moral bozukluğunu gidermek için kendisine bir takım vaatlerde bulunmaktadır. Bu vaatler az sonra okuyacağınız gibi gitgide daha da ilginç bir hal alacaktır.

 

Yine Tevrat’tan takip ediyoruz. “Sizi (İsra-el kavmini) kendi halkım yapacak ve Tanrınız olacağım.” (Çıkış, 6: 7) “Her Yahudi kadını, Mısırlı komşusundan ya da konuğundan altın ve gümüş takılar, giysiler isteyecek. Oğullarınızı ve kızlarınızı bunlarla süsleyeceksiniz. Mısırlıları soyacaksınız.” (Çıkış, 3:12) “Sizi Abraham’a (İbrahim), İshak’a ve Yakup’a vereceğime ant içtiğim (ama vermediğim) topraklara götüreceğim. (İsra-el kavmi tam 40 yıl çöllerde dolaştı durdu) Orayı size mülk olarak vereceğim.” (Çıkış, 6: 8)

 

Rabb bakar ki Musa’nın bıkkınlığı iyice artmıştır, son kozunu oynar: “Seni Tanrı gibi yaptım. Ağabeyin Harun senin peygamberin olacaktır.” (Çıkış, 7: 1) Burada tam sözün bittiği yerdeyiz. Sayın okuyucu, size hayali bir kitaptan aktarmıyoruz bu sözleri. Her gün on binlerce ya da milyonlarca Yahudinin okuduğu Kitab-ı Mukaddes’tendir bu ayetler. Bunlar elbette ki İsrail Tanrısının, Rabb’in vaatleridir ancak bu Tanrı vaatleri açıklanmaya da muhtaçtır. 

 

“Sizi (İsra-el kavmini) kendi halkım yapacak ve Tanrınız olacağım” ayetinden kolayca anlaşılan şey, o ana kadar, yani daha önceden İsra-el kavminin Rabb’in halkı olmadığı gerçeğidir. Bu ayet ayrıca, Tanrının yani Rabb’in de İsraillilerin tanrısı olmadığını açıkça belirtmektedir.. İşin tuhafı İsrailliler Yahve’nin, Rabb’in ya da El Şaday’ın veya Lord’un “Mısırlıları soyacaksınız” emrini yerine getirirlerse; işte ancak ondan sonra tanrının kulu olacaklarıdır. Bu emri, yani bir Tanrının halkını soyguna teşvik etmesi konusunu aşağıdaki bölümlerde etraflıca işleyeceğimizden burada bırakıyoruz.

 

Bu konudaki asıl gariplik ise bu konunun Kutsal Kitap içinde tam dört kere tekrarlanmış olmasıdır. (Çıkış,22), (Çıkış, 11: 2), (Çıkış, 12: 35), (Çıkış, 12: 36) Elbette bu tekrarlara tesadüf olarak bakamayız, bunlar bizzat Rabbin sözleri olduğundan bilinçli olarak tekrarlanmıştır. Ancak gelin görün ki bunu yapan Yahudi yazıcılar kendi hikâyelerine zarar vermekte; Mısırlılarla iç içe yaşayan, altın veya gümüş eşya isteyebilecek kadar iyi komşuluk ilişkileri kurmuş bir kavmin, “Esir Kavim” görüntüsüne bir hayli gölge düşürmüş olmaktadır. Yahudi Tevrat yazarlarının bu altın, gümüş hırsları insan olarak anlaşılabilir bir şey olabilir. Ancak bu tür ayıp, günah işlerin içine bir tanrıyı katmamak gerektiği de açıktır.

 

Eski Ahit’te bu yazılanlardan anlaşılan şudur; Rabb bir kere kafayı firavuna ve halkına takmıştır ve de kendince bahaneler üretmektedir. Bu “affedici, bağışlayıcı” olması gereken Rabb, firavunu “inatçı yapmak” yerine kendi haline bıraksa, onun vereceği izinle İsrailoğulları rahatça Mısır’dan çıkıp, Rabb’lerinin önderliğinde kendilerine vaat edilen topraklara rahat rahat gideceklerdir. Mısırlılar da iyi-kötü, günahkâr olan olmayan, suçlu-suçsuz, genç-ihtiyar, kadın-erkek denmeden topyekûn felaketlere uğramayacaklardı. Oysa İsrail tanrısının Mısır’ı acıdan kıvrandırmak gibi “insani” bir kastı bulunmaktadır. Çünkü böyle “cezalandırıcı, işkenceci” bir tanrı imajının kabullenilmesi ahirette neyse de, bu dünyada halen yaşamını sürdüren insanların başına bu felaketleri vermesi, aklı başında, vicdanlı sıradan bir insanın asla kabullenemeyeceği bir yaklaşımdır.

Suç ve ceza şahsîdir. Kim suçlu ise cezayı ona vermek gerekir. Suça teşvik eden ve suça azmettiren de kendi suçunun cezasını alır. Ama suçla alâkası olmayan bir kişi, suçlunun akrabası veya fikirdaşı dahi olsa cezalandırılamaz. Geçmişte ve de günümüzde masum-suçlu ayırt etmeksizin, insanlar, “savaş şartları var, kurunun yanında yaş da yanar” denilerek, hem de gıyaplarında, tarifsiz suçlarla suçlanıp fikren mahkûm ediliyorlar. Ancak bu tür yanlışlıklar “insanidir”, “tanrısal” değil. Bu gibi durumlarda en iyi çözüm, suçun ve cezanın şahsiliği prensibini vicdanlara yerleştirecek şekilde herkese ders vermektir.

 

Kuran’da beş yerde geçen bir ayet var: “Ve lâ tezirû vâziretün vizra uhra”.  Manası, meallerde “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” biçiminde veriliyor. (Enam, 164; İsra, 15; Fatır, 18; Zümer, 7; Necm, 38)

 

Bu anlam elbette doğru, ama galiba eksik. Zira meal yazanlar “günah” kavramını kullanınca okuyanın zihnine de ahiretteki hesap ve ceza geliyor. Dolayısıyla ayetin dünyevî adaletle ilişkisi kesiliyor. Galiba bu yüzdendir ki hutbelerde ve vaazlarda bu ayete atıf yapıldığını maalesef duyamıyoruz. Bize göre meal şöyle olmalı:  “Birisinin günahıyla başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.” Yani birinin suçu yüzünden, onun suçuna iştirak etmiş olmayan başka kişilere ceza verilemez, verilirse en temel hakkı ihlâl edilmiş olur. Demek ki insan hakları sözleşmelerinde ve anayasalarda yer alan “suç ve ceza şahsîdir” kuralı aslında Kuran’ın adalet dersidir. 

 

Bir yönetici, bir firavun, bir diktatör ne kadar kötü olursa olsun, ülkeler arasındaki top yekûn savaşlar hariç, o yöneticinin tebaasının, halkının, Tanrı ve/veya bir ilahi güç tarafından ayırım yapılmaksızın cezalandırılması, katledilmesi asla bizi yaratan Yüce Allah fikriyle bağdaşamaz. Allah kendine şirk koşanlar hariç, tüm günahkâr kullarını affetmeyi sever.

 

“De ki: ‘Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın (CC) rahmetinden ümidi kesmeyin. Çünkü Allah (cc) bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O (CC) çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir’.” (Zümer, 53)

 

“Bunların, Allah tarafından affedilmeleri umulur. Allah affedicidir, günahları bağışlayıcıdır.” (Nisa, 99)

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başka günahları, dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” (Kuran, 4:48)

“Allah’tan af iste; çünkü Allah çok bağışlayıcıdır; merhamet edicidir.” (Kuran 4:106)

“Bir iyiliği açıklar yahut gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz, şüphesiz Allah da ziyadesiyle affedicidir; her şeye gücü yetendir.” (Kuran 4:149)

 

Kuran-ı Kerim’den birkaçını verdiğimiz bu ayetler gösteriyor ki, Yaradan affedicidir, affetmeyi sever. Öyleyse İsrailoğulları tanrısının Mısırlılara uygulamak için adeta can attığı bu zulmün ilahi bir yanı olabilir mi? Ancak Tevrat’ta bu tür kitlesel cezaların çokça bulunduğunu ilerideki bölümlerde göreceğiz.

 

Musa ve firavun konusunun ilginçliği anlatmakla bitmez. Devam edelim. İsra-el kavminin kutsal kitabını yazanlar akıl almaz, mantık dışı, cahilce pek çok yanlışı da Kutsal Kitap’larına eklemişlerdir. “Rabb Musa’ya şöyle dedi; Sabah erkenden kalk, firavun ırmağa inerken onu karşıla ve şöyle de….” (Çıkış, 8: 20) - “Then the LORD said to Moses; Get up early in the morning and confront Pharaoh as he goes to the water and say to him…” -

 

(Buradaki water kelimesini, su yerine ırmak olarak tercüme etmemiz elbette sizleri şaşırtmamıştır. Water kelimesinden bahis firavunun özel havuzu, banyosu olsaydı, sabah sabah Musa’nın saraya, firavunun odasına hatta banyosuna girecek anlamı çıkardı ki elbette ki son derece anlamsızdır. Öte yandan Antik Mısır’la uzak-yakın ilgisi olan herkes dün de bugün de Mısır halkının water diyerek Nil Nehri’ni kast ettiğini bilir. AC.)

 

Bu ayeti yazan Yahudi Peygamberlerinin Mısır konusunda hiçbir sağlam bilgiye sahip olmadıkları açıktır.

 

(Peygamber sözcüğünü bilerek kullandık. Zira bizzat Yahudiler arasında Musa’dan sonra gelen peygamberlerin Tevrat’a ilaveler yaptıkları inancı bulunmaktadır. Örnek olarak Musa’nın ölümünden sonra yerine geçen İsrailoğullarının 2. Peygamberi Yeşu’nun Kitabı. Genel Kutsal Kitaplar inancına göre, İbrahimi Dinler’in kitaplarının kaynağı Tanrı’dır ve de onların değiştirilmesi, şu veya bu şekilde ilaveler yapılması asla kabul edilemez. Tevrat’ın ilk yazarı Musa’dır Musa olmasına da, ancak kendi ölümünden sonra yerine geçen peygamber Yeşu’nun Kitabını da ya bizzat Yeşu’nun yazdığı/yazdırdığı veya daha sonraları, beki asırlar sonra başkalarınca bu hikayelerin Eski Ahit’e ilave edildiği aşikardır.. AC.)

 

Mısır firavunları bir tür tanrıdır; evrensel dengeyi, güneşin doğuşunu simgeler. Aynı zamanda tanrı Horus’un yeryüzündeki imgesi ve Güneş Tanrı Ra’nın oğlu olarak kabul edilirler. Bütün insanların efendisi, yeryüzündeki her şeyin sahibidirler. Adalet, iç/dış siyaset, ülke güvenliği ve ordu alanında tek yetkili kişidir. Dahası Yahudi peygamberlerin sözünü ettikleri firavun, bundan bin yıl sonra bile Davut Peygamber gibi çadırda yaşayan bir kabile reisi değildir. Firavunların hepsinin saraylarında filtre edilmiş su ile yıkandığı özel hamamının bulunduğunu betimleyen hiyeroglifler bugün bile Kahire’deki Mısır Antik Müzesinde rahatlıkla görülebilir. Dolayısıyla ne yıkanmak ne de başka bir amaçla, üstelik sabahın köründe firavunun, kaynağındaki tortul kayalar nedeniyle asırlardır suları bulanık olan Nil Nehri kıyısına gitmesi için bir neden yoktur. Üstelik te korumasız, muhafızları olmadan yalnız başına.

 

Takibeden bölümde de daha ilginç bir ayetle karşı karşıyayız. Tanrı Rabbin, Mısırlıları, develerini ve diğer hayvanlarını öldürmekle tehdit ettiğini görüyoruz. (Mısırdan Çıkış, 9: 3) Bu da yukarıda belirttiğimiz cehaletin başka bir örneğidir. Çünkü o devirde Mısır’da ne deve, ne de deve sürüsü bulunmamaktadır. Yahudi peygamberlerinin bilemedikleri şey, Mısırlıların deveyle tanışmak için MÖ.3 yüzyıla kadar beklemek zorunda kaldıklarıdır. Mısırlı-deve tanışması bu yüzyılda Roma’nın ülkeyi işgali sırasında olmuştur.

 

Şimdi çoğu insanın bilmediğine inandığımız bir tarihi olayı aydınlatıyoruz, tabi Eski Ahit’in ışığında. Çıkış, 9: 27’de Tevrat yazıcıları muazzam bir gerçeği ortaya koyarlar. Firavun Yahudi halkına çektirdiklerinden pişman olmuş ve din değiştirmiştir. Ayet aynen şöyle: “Firavun Musa ile ağabeyi Harun’u çağırtarak, Bu kez günah işledim dedi, RABB haklı, ben ve halkım haksızız.” Bu yeni tercümelerde bilerek bozulmuş bir cümledir. Doğrusu şudur: “Bu kez iman ettim.”

Firavuna “iman ettirmeyi” başaran yazıcılar, Yahudi peygamberi açısından başarı gibi görünse de, saçmalığı anlaşıldığı için yeni tercümelerde yukarıda belirttiğimiz şekilde düzeltilmiştir.

 

Musa ile Harun’un firavun sarayını kapı komşusu yaptıkları süreçte Tevrat’ın satır aralarından önemli bir bilgi ediniriz. O da bu ziyaretler sırasında Musa’nın 80, Harun’un ise 83 yaşında olduklarıdır. (Çıkış, 7: 7) Bu arada oldukça dikkat çekici bir bilgiye de ulaşıyoruz Çıkış, 8: 22’se. Mısır’da zorlukla yaşamını sürdüren İsra-el kavminin, aslında Mısır'ın kuzeyine düşen ve Nil nehrinin, Akdeniz'e doğru delta oluşturarak döküldüğü verimli bir mevkide yer alan “Goşen Bölgesi”nde yaşadıklarıdır. Bu bölge aynı zamanda "Kenan" diyarı ile Mısır arasında bir geçiş bölgesi olarak önemli bir merkez konumundadır. Yahudilerin Goşen Bölgesi’nde yaşadıkları gerçeği Kutsal Kitap tarafından birçok kez doğrulanmaktadır.

O ayette İsra-el tanrısı şöyle diyor: “O gün halkımın yaşadığı Goşen bölgesinde farklı davranacağım. Orada at sineği bile olmayacak.” Bu son cümle İsrailoğulları için bayağı önemli bir imtiyaz “gücü sınırsız, her şeye kadir” Yahudi tanrısı Rabb tarafından. Bir sonraki bölümde bu bilginin tekrarını görüyoruz: “Yalnız İsraillilerin yaşadığı Goşen bölgesine dolu düşmedi.” (Çıkış, 9: 26) Bu Goşen Bölgesi konusu ileride anlatacaklarımız için son derece önemlidir.

Musa ve firavunun bulaşmaları konusunu şimdilik kaydıyla burada noktalayarak başka önemli bir konuya geçiyoruz.

 

 

İSRAİL’İN BABASI RABB’İN MISIR’I UĞRATTIĞI FELAKETLER

 

Anlatacaklarımızın çoğu hemen herkesçe malum. Yıllardır tüm iletişim, medya araçları kullanılarak beynimize nakşedildi. Yukarıda Tevrat’tan ayetleriyle gösterdiğimiz gibi, peşinen firavun ve halkını cezalandırmaya kararlı İsrailoğullarının Rabbi, firavunu “inatçı kılarak” bu belaları gerçekleştirmiştir. On Bela (İbranice: Eser Ha-Makot) veya Mısır Belaları (İbranice: Makot Mitzrayim), Tevrat'ta Çıkış kitabının 7 ila 12.nci konularında anlatılan, köle olan İsra-el kavminin serbest bırakılması için Yehova tarafından Mısır firavununa gönderilen belalar dizisidir. Firavun, İsrailoğullarının gitmesine, onuncu bela gerçekleşene kadar izin vermemiştir. Bu belalar, İsrail Tanrı'sının gerçekliğini ve Mısır tanrılarının güçsüzlüğünü betimlemektedir, tabi kendi inanışlarına göre.

Mısır'dan çıkışın kutlandığı Pesah bayramının bir parçası olan on bela Tevrat’ta şöyle sıralanmıştır:

  1. Çıkış 7:14-25 - Su kana dönüşüp bütün balıkları ve diğer su altı yaşamını öldürdü. (Dam)
  2. Çıkış 8:1-15 - kurbağa (Tsifardeah)
  3. Çıkış 8:16-19 - bit (Kinim)
  4. Çıkış 8:20-30 - sinek (Arov)
  5. Çıkış 9:1-7 - hayvanlarda hastalık (Dever)
  6. Çıkış 9:8-12 - iyileşmeyen çıbanlar (Şhin)
  7. Çıkış 9:13-35 - dolu ve fırtına (Barad)
  8. Çıkış 10:1-20 çekirgeler (Arbeh)
  9. Tekvin 1 - karanlık (Hoşeh)

   10.Çıkış 11Çıkış 12 - kapı eşiğinde işaret bulunmayan yerlerdeki ilk doğan insan ve hayvanların ölümü (Makat behorot)

 

İlk üç bela "bütün Mısır topraklarını etkilerken, 4., 5., 6., 7. ve 9. belaların İsrailoğulları üzerinde etkisi olmadı. Yahudilerin 8. beladan etkilenip etkilenmediği belirsizdir. Tevrat'ta yazdığına göre, Yahudiler son beladan kapı eşiğine koyun kanı sürerek, kavrulmuş kurbanın etini matsa (Matsa, Yahudilikte Mısır köleliğinden kurtuluş anısına her yıl 8 gün Hamursuz Bayramı'nda yenilen mayasız ekmek) ile yiyerek kutlayıp kurtuldular. Onuncu beladan sonra en nihayetinde firavun İsrailoğullarının şartlarını kabul edip onları serbest bıraktı.

Detaylandıralım, tabi yine Eski Ahit’ten..

 

1. Kan: Çıkış, 7:14–25

Benim RAB olduğumu şundan anla, diyor RAB. İşte, elimdeki değneği ırmağın sularına vuracağım, sular kana dönecek. Irmaktaki balıklar ölecek, ırmak leş gibi kokacak, Mısırlılar artık ırmağın suyunu içemeyecekler.

 

 

İlk bela kandı. Tanrı, (Musa’ya değil) Harun'a asasını kaldırıp nehrin üstünde tutmasını buyurdu ve nehir kana dönüştü. (Demek ki Musa’nın o meşhur asası artık Harun’da) Kan sebebiyle Nil'deki bütün balıklar öldü ve Mısırı leş gibi bir koku kapladı. Mısırlıların kullandığı diğer su kaynakları da kana dönüştü. Firavunun büyücüleri de suyu kana çevirebildiklerinden Firavun, Musa'nın isteğine boyun eğmedi.

 

2. Kurbağa: Çıkış, 7:25–8:11

RAB Musa'ya şöyle dedi: "Firavunun yanına git ve ona de ki, 'RAB şöyle diyor: Halkımı salıver, bana tapsınlar. Eğer halkımı salıvermeyi reddedersen, bütün ülkeni kurbağalarla cezalandıracağım. Irmak kurbağalarla dolup taşacak. Kurbağalar çıkıp sarayına, yatak odana, yatağına, görevlilerinin ve halkının evlerine, fırınlarına, hamur teknelerine girecekler. Senin, halkının, bütün görevlilerinin üstüne sıçrayacaklar.'"

 

Mısır'ın ikinci belası kurbağalardı. Tanrı, (Musa’ya değil) Harun'a asasını su üstünde tutmasını buyurdu ve kurbağa sürüsü tüm Mısır'ı sardı. Firavunun büyücüleri de sihirleriyle bunu başarabiliyordu. Fakat, bunun tersini yapıp kurbağaları yok edemiyorlardı, bu sebeple firavun, Musa'nın kurbağaları yok etmesi karşılığında İsrailoğullarına izin vermek zorunda kaldı. Bu belanın ilahi bir ceza olduğunu kanıtlamak için Musa, çıkış zamanının firavun tarafından belirlenmesini istedi. Firavun gün olarak ertesi günü seçti ve o gün bütün kurbağalar öldü. Firavun sözünden döndü ve İsrailoğulları Mısır'da kalmak zorunda kaldı. Dikkat ettiyseniz Rabb Musa’yı muhatap alıyor firavunla konuşması için. Ancak cezayı kesen elinde asasıyla Harun.

 

3. Bit: Çıkış, 8:12–15

RAB Musa'ya şöyle dedi: "Harun'a de ki, 'Değneğini uzatıp yere vur, yerdeki toz bite dönüşsün, bütün Mısır'ı kaplasın.' Öyle yaptılar. Harun elindeki değneği uzatıp yere vurunca, insanlarla hayvanların üzerine bitler üşüştü. Mısır'da yerin bütün tozu bite dönüştü"

 

Mısır'ın üçüncü belası bit idi. Tanrı, Harun’a asasını yere vurmasını ve toz kaldırmasını buyurdu; toz, Mısırlıların üstesinden gelemediği bite dönüştü. Büyücüler, sihirle bunu gerçekleştiremeyince bunda "Tanrı'nın parmağı" olduğunu belirttiler. Tanrı bu kez de Musa’yla konuşup komut veriyor, o da gidip aldığı emri Harun’a iletiyor.

 

4. Sinek: Çıkış, 8:20–32

RAB Musa'ya şöyle dedi: "Sabah erkenden kalk, firavun ırmağa inerken onu karşıla ve şöyle de: 'RAB diyor ki, halkımı salıver, bana tapsınlar. Halkımı salıvermezsen senin, görevlilerinin, halkının, evlerinin üzerine atsineği yağdıracağım. Mısırlılar'ın evleri ve toprakları atsinekleriyle dolup taşacak.

 

Mısır'ın dördüncü belası, insanlara ve hayvanlara zarar verme yetisi olan sineklerdi. Tevrat'ta sineklerin sadece Mısırlıları etkilediği, İsrailoğullarının yaşadığı Goşen topraklarını etkilemediği aktarılır. Firavun, Musa'ya bu belayı kaldırması karşılığında İsrailoğullarını özgür bırakacağı sözü verdi. Fakat, bela geçtikten sonra firavunun "kalbi katılaştı" ve tekrar sözünden döndü. Tanrı yine Musa ile konuşuyor.

 

5. Hayvanlarda salgın hastalık: Çıkış, 9:1–7

RAB Musa'ya şöyle dedi: "Firavunun yanına git ve ona de ki, 'İbraniler'in Tanrısı RAB şöyle diyor: Halkımı salıver, bana tapsınlar.  Salıvermeyi reddeder, onları tutmakta diretirsen, RAB'bin eli kırlardaki hayvanlarınızı -atları, eşekleri, develeri, sığırları, davarları- büyük kırıma uğratarak sizi cezalandıracak."

 

Mısır'ın beşinci belası, Mısırlılar için hayati önem taşıyan at, eşek, deve, koyun ve keçi gibi hayvanların yok olmasına sebep olan salgındı. İsrailoğullarının hayvanlarına zarar gelmedi. Firavun yine ödün vermedi.

 

6. İrinli çıbanlar: Çıkış, 9:8–12

 

Mısır'ın altıncı belası şhin'di. Şhin bir deri hastalığı olup genelde "çıban" olarak tercüme edilir. Tanrı, Musa ve Harun'a fırından iki avuç kurum almasını buyurdu ve Musa kurumu firavunun önünde havaya doğru fırlattı. Bu kurum Mısır halkı ve hayvanlarında Şhin'e sebep oldu. Bundan Mısırlı büyücülerde etkilendi ve kendilerini iyileştiremediler.

 

 

7. Dolu: Çıkış 9:13–35

 

RAB Musa'ya şöyle dedi: "Sabah erkenden kalkıp firavunun huzuruna çık, de ki, 'İbraniler'in Tanrısı RAB şöyle diyor: Halkımı salıver, bana tapsınlar. Yoksa bu kez senin, görevlilerinin, halkının üzerine bütün belalarımı yağdıracağım. Öyle ki, bu dünyada benim gibisi olmadığını öğrenesin. Çünkü elimi kaldırıp seni ve halkını salgın hastalıkla vurmuş olsaydım, yeryüzünden silinmiş olurdun. Gücümü sana göstermek, adımı bütün dünyaya tanıtmak için seni ayakta tuttum. Hâlâ halkımı salıvermiyor, onlara üstünlük taslıyorsun. Bu yüzden, yarın bu saatlerde Mısır'a tarihinde görülmemiş ağır bir dolu yağdıracağım. Şimdi buyruk ver, hayvanların ve kırda neyin varsa hepsi sığınaklara konsun. Dolu yağınca, eve getirilmeyen, kırda kalan bütün insanlarla hayvanlar ölecek.'" […] Musa değneğini göğe doğru uzatınca RAB gök gürlemeleri ve dolu gönderdi. Yıldırım düştü. RAB Mısır'a dolu yağdırdı. Şiddetli dolu yağıyor, sürekli şimşek çakıyordu. Mısır Mısır olalı böylesi bir dolu görmemişti.

 

Mısır'ın yedinci belası yıkıcı bir fırtınaydı. Tanrı, Musa'ya asasını göğe kaldırmasını buyurdu ve fırtına başladı. Görünüşe göre, bu bela önceki belalara kıyasla daha doğaüstüydü; gökten sağanak şekilde dolu ve ateş (yıldırım olsa gerek) yağıyordu. Şiddetli fırtına Mısır’ın ekili alanlarına, ürünlerine, halkına ve hayvanlarına zarar verdi. Fırtına Goşen toprakları dışında ülke genelindeydi. Kendisinin ve halkının günahkârca davrandığını ve Tanrı'nın doğru olduğunu belirten Firavun, Musa'ya belayı kaldırırsa kavmine çölde Tanrı'ya ibadet etmelerine izin vereceği sözünü verdi. Musa'nın duasıyla birlikte dünyanın hâkimi olduğunu gösteren Rabb doluyu durdurdu. Fırtınanın dinmesinden sonra tekrar firavunun "kalbi taşlaştı" ve sözünü tutmayı reddetti.

 

8. Çekirge: Çıkış, 10:1–20

Musa'yla Harun firavunun yanına varıp şöyle dediler: "İbranilerin Tanrısı RAB diyor ki, 'Ne zamana dek alçakgönüllü olmayı reddedeceksin? Halkımı salıver, bana tapsınlar. Halkımı salıvermeyi reddedersen, yarın ülkene çekirgeler göndereceğim. Yeryüzünü öylesine kaplayacaklar ki, toprak görünmez olacak. Doludan kurtulan ürünlerinizi, kırda biten bütün ağaçlarınızı yiyecekler. Evlerine, bütün görevlilerinin, bütün Mısırlılar'ın evlerine çekirge dolacak. Ne babaların, ne ataların ömürlerince böylesini görmediler.'" Sonra Musa dönüp firavunun yanından ayrıldı.

Mısır'ın sekizinci belası olan çekirgeler, İbrani Takvimine göre Şevat ayının ilk gününde başladı. Beladan önce Tanrı, Musa'ya firavunun "kalbini taşlaştıracağını” bildirdi, böylece firavun gitmelerine izin vermeyecek ve bunun ardından gelecek olan mucizelere (belalara) ortam doğacaktı. Önceki belalar gibi bu sefer de Musa firavunun karşısına çıkıp onu çekirge belasından haberdar etti. Firavunun yanında çalışanlar, İsrailoğullarının serbest bırakılması için firavuna yalvardılarsa da firavun boyun eğmedi. Firavun uzlaşma olarak erkeklerin gidebileceğini fakat kadın, çocuk ve hayvanların Mısır'da kalmasını buyurdu. Bunun üzerine Musa Tanrı'nın isteğini yineleyip hayvanlar dâhil herkesin serbest bırakılmasını isteyince firavun bunu reddetti.

 

Tanrı, Musa'ya asasını Mısır üzerinde tutmasını buyurdu ve doğudan rüzgâr yükseldi. Ertesi güne kadar rüzgâr beraberinde çekirge sürüsü getirdi. Çekirgeler gökyüzüne yayıldı ve Mısır üzerinde gölge oluşturdu. Çekirgeler, Mısır'ın kalan son ürünlerini de tüketti; ayakta ne bir bitki ne de bir ağaç kaldı. Firavun tekrar Musa'dan belayı geri çekmesini isteyip karşılığında İsrailoğullarının çölde Tanrı'ya ibadet edebileceğini belirtti. Bunun üzerine Tanrı çekirgeleri bir rüzgârla Kızıldeniz'e sürükledi. Fakat kalbi tekrar taşlaşan firavun İsrailoğullarının gitmesine izin vermedi.

 

9. Karanlık: Çıkış, 10:21–29

RAB Musa'ya, "Elini göğe doğru uzat" dedi, "Mısır'ı hissedilebilir bir karanlık kaplasın." Musa elini göğe doğru uzattı, Mısır üç gün koyu karanlığa gömüldü. Üç gün boyunca kimse kimseyi göremez, yerinden kımıldayamaz oldu. Yalnız İsraillilerin yaşadığı yerler aydınlıktı.

Dokuzuncu belada, Tanrı, Musa'ya Mısır'ı karanlığa boğmak için ellerini göğe kaldırmasını buyurdu. Bu karanlık üç gün boyunca sürdü fakat İsrailoğullarının evleri aydınlıktı. Firavun, Musa'yı çağırtıp İsrailoğullarının koyun ve davarları arkada bırakması koşuluyla serbest kalacağını bildirdi. Musa, kurbanlık için hayvanlara ihtiyaç olduğunu söyleyip teklifi reddetti. Buna kızan firavun, Musa'ya eğer bir daha karşısına çıkarsa öldürüleceğini belirtti. Musa da, bir daha karşısına çıkmayacağını söyledi. Bu bela doğrudan firavunun güneş tanrısı olan Ra'ya yönelikti. Karanlık belasıyla Musa, Yehova'nın gücünü ve Mısır tanrılarına tapmanın budalalık olduğunu göstermeye çalıştı.

 

10. İlk doğan ölümü: Çıkış, 11:1–12:36

Musa firavuna şöyle dedi: "RAB diyor ki, 'Gece yarısı Mısır'ı boydan boya geçeceğim. Tahtında oturan firavunun ilk çocuğundan, değirmendeki kadın kölenin ilk çocuğuna kadar, hayvanlar dahil Mısır'daki bütün ilk doğanlar ölecek. Mısır'da benzeri ne görülmüş, ne de görülecek büyük bir feryat kopacak.

 

Onuncu ve son Mısır belası Mısır'daki ilk doğanların ölümüyle ilgilidir. Firavunun oğlundan en fakirine kadar hatta hayvanlar da dâhil hiç kimse bu beladan kaçamadı. Beladan önce Tanrı Musa'ya İsrailoğullarına bildirmesi için kapılarına koyun kanı sürmelerini böylece o eve girmeyeceğini söyledi. Belaların en ağırı olan bu bela sonunda firavun İsrailoğullarının gitmesine izin verdi. Belanın ardından, kızgın, üzgün ve kendisinin de öldürüleceğinden korkan firavun, İsrailoğullarının ne isterlerse yanlarına alıp gitmeleri emrini verdi. Firavunun fikir değiştireceğine inanan İsrailoğulları hiç beklemeden Musa önderliğinde emrin verildiği gece Mısır'dan çıkmak için yola koyuldular.

 

Bu yukarıda aktardıklarımız direkt Eski Ahit’ten konuyla alakalı vahiyler ve yapılan tefsirlerdir. Bazı vahiyleri önceki paragraflarda açıkladığımızdan bu kez üzerlerinde durmayacağız.

 

 

Devam edeceğiz…

MERCANKÖŞK OTU...
İŞARET I...
FİRAVUN VE MUSA...
FELAKETLER I...
İŞARET II...
MUSA...
MISIRDAN ÇIKIŞ...
ANTİK MISIR...
  • YORUMLAR (0)
  • YORUM YAP
    • İlk yorumu sen yap.
  • Ad Soyad E-mail Adres Yorum