SİTEDE ARA

AKLIMDA CEVAPSIZ SORULAR VI...
07 Kasım 2020

Exodüs’le başlıyoruz.. Başlıbaşına muazzam bir olay bu. Hepsini birden ele alıp irdelemeye başlarsak, kapkalın bir kitap olur anlatacaklarımız. İşte biz bu nedenle bölüm bölüm anlatmayı tercih ettik. On binlerce insan Firavunun zorla da olsa verdiği izinle Mısır’dan çıkmış.. Ne zaman olmuş bu olay derseniz, kesin bir cevap alamayacağınızı şimdiden belirtelim. Ortodoks Hıristiyan inancına göre bu çıkış tarihi üzerinde iki farklı iddia var. Buyurun bir göz atalım;

 

Çıkış’ı arkeolojik olarak yorumlarken iki tarih öne çıkıyor Ortodoks inancında. Biri MÖ.1260’da Ramesses II dönemi, diğeriyse MÖ. 1446’da -kullanılan Mısır kronolojisine göre- 18. Hanedanın altıncı firavunu ve Mısır’ın askeri dehası olarak kabul edilen III. Thutmose (MÖ.1481-1425) veya yedinci firavunu II. Amenhotep dönemi.

 

Peki bu tarihlerin hangisi doğru? Bu tarihi tespit edebilmek mümkün mü? II.Ramesses dönemini savunan tarihçiler genellikle İbranilerin inşa ettiği Pi-Ramesse (Ramses’in kenti, MÖ.1300-1100 yılları) ve Pitom kentlerini arkeolojik olarak keşfedilen Ramses kentiyle bağdaştırırlar. Fakat bu görüş adların benzerliğinden dolayı bir varsayımdan yola çıkar. Kaldı ki Tevrat’taki Pi-Ramses şehri bir depolama kenti olarak tasvir edilirken, günümüzün Ramses’i muazzam arkeolojik boyutları olan bir başkenti göstermektedir. Peki, MÖ. 1446 tarihi neden daha olasıdır?

 

Yok yok sıkılmayın, konudan konuya atlamıyoruz. Biz eğer herhangi bir hususta bir iddiada bulunuyorsak, altını sağlam verilerle doldurmalıyız, konumuz/iddiamız havada kalmamalı. Zaten çok sorunlu, girift bir Exodüs olayına girdik, bu sorunları çözmek, aydınlatmak için sabırla gitmeli, bir evi inşa eden mimar/mühendis gibi evin daha temelinden statiğe, emniyete ve kaliteye dikkat ve özen göstermeliyiz. Amacımız başlarken de söylediğimiz gibi, bu Mısır’dan Çıkış olayının çok karmaşık olduğunu, gerçeklerle masal/efsanelerin iyice birbirine karıştığını göstermek, tabii Eski Ahit’teki belgeleriyle.

 

Ortodoks inancını irdelediğimizde, Exodüs’ün MÖ.1446 yıları civarında gerçekleştiği daha mantıklı geliyor. Araştırmalarımızda, 1936 doğumlu Amerikalı bilim adamı, arkeolog G. Bryant Wood’a ait bir belgeye rastladık. Hayatını İncil özellikle Eski Ahit’teki olaylara, hikâyelere adamış, bu konuda 1995-2003 yılları arasında başkanlık ettiği Khirbet El-Maqatir kazılarına katılmış değerli bir araştırmacı. Halen üç ayda bir yayın yapan ve amacı Eski ve Yeni Ahitlerin tarihi doğruluğunu göstermek için açıkça arkeolojinin kullanılmasına adanmış olan Bible and Spade Dergisinin editörlüğünü yapıyor.

 

Bu konuda pek çok eser veren, kitapları olan Wood’un, Exodüs’le alakalı yaptığı araştırmalar sonucunda vardığı bir sonuç, yukarıda verilen MÖ.1446 tarihini destekler mahiyette. Bu Mısır’dan Çıkış başlığında, kendisi gibi araştırmalarda bulunan meslektaşı ve Eski Ahit bilgini James K. Hoffmeier’e “The Biblical Date For The Exodus is 1446 BC” adlı yazdığı cevabi makalede verdiği örneklerden bazıları aynen şöyle.. Eski Ahit’ten, arkeoloji ve tarihi kanıtlardan örneklemiş; KRALLAR 6:1 AYETİ: “İsrail halkı Mısır’dan çıktıktan dört yüz seksen yıl sonra, Süleyman, krallığının dördüncü yılının ikinci ayı olan Ziv ayında RAB’bin Tapınağı’nın yapımına başladı.”

 

Wood’a göre, bu ayette verilen tarih Süleyman’ın krallığının dördüncü senesi yani MÖ.966 yılıdır. Basit bir matematik hesabıyla (480 ekleyerek) Mısır’dan çıkış tarihi MÖ. 1446 yılı olarak karşımıza çıkmaktadır. MÖ.1260 tarihini savunanlar bu ayetteki 480 seneyi 12 nesil olarak yorumlar. Her 40 senenin aslında bir kuşağı temsil ettiğini söylerler. Fakat 1. Krallar 6:33-37 dikkatli okunduğunda Çıkış döneminden Süleyman’a kadar aslında 19 nesil geçtiği anlaşılmaktadır.

 

SOLEB “YAHVEH” YAZITI (PAPİRÜSÜ): Sudan yakınlarında bulunan antik Mısır yerleşkesi Soleb’de bulunan Yehuda krallıklarının Ulusal Tanrısı YAHVEH veya YEHOVA yazıtı/papirüsü, MÖ.1400 seneleri civarı, yani MÖ.1411’de doğan III. Amenhotep dönemindendir. Bu şunu gösteriyor: III. Amenhotep’in kendisi veya kâtipleri bu ilahın ismini bir şekilde duymuşlardı ki böylece bunu yazıta geçirmişlerdi. Mısır’dan Çıkış 5:22’de ilginç bir detay keşfediyoruz: Firavun; “RAB (YHV) kim oluyor ki, O’nun sözünü dinleyip İsrail halkını salıvereyim? RAB’bi (YHV’yi) tanımıyorum. İsrailliler’in gitmesine izin vermeyeceğim…” diyor. Çıkış firavunu II. Ramesses olsaydı şüphesiz bu ismi bilirdi çünkü Ramses MÖ.13.yy hükümdarlığını sürdürmüş, Soleb yazıtı ise MÖ.1400 senelerine aittir.

 

BERLİN “İSRAİL” YAZITI: MÖ.1360-1400 senelerine ait bu papirüs “Aşkelon, Kenan ve İsrail isimlerini taşır. Yani İsrail halkından Kenan’a yerleşmiş bir ulus olarak bahseder. Bu bahis MÖ.1260 tarihli II. Ramesses zamanı çıkış tezini çürütmektedir.

 

MERNEPTAH STELİ: 1896'da, İngiliz Mısırbilimci Flinders Petrie (1853-1942) tarafından, Teb'deki ölüler tapınağının birinci avlusunda bulunan bu dikilitaş, Firavun 2. Merneptah’ın zaferlerini anlatmaktadır.  Stel, İsrir yani İsrail’den bahseden tek Antik Mısır belgesi olması sebebiyle ün kazandı. Bu Mısır dikilitaşından anlaşıldığına göre, “İsrail” bu aşamada halk veya kavimler topluluğu olup bir krallık veya şehir devleti değildir çünkü hiyeroglifte “ülke” yerine “yabancı halk” deyimi kullanılmaktadır. Bu da, MÖ.13.yy. da Hâkimler bölümünde anlatılanları teyit edercesine İsrail’in o dönemde bir krallıktan ziyade yarı göçebe bir ulus olduğunu göstermektedir. İsrail’in Tarih içindeki yerini belirleyen ilk Antik Mısır belgesi olması açısından bu stel büyük önem taşımaktadır. İsrail ve Kenan'dan bahsedilen yerler az olmakla birlikte bu İsrailoğullarının varlığından bahseden en eski bulgudur. Bu sebeple, çoğu uzman bu stel için İsrail Steli de denilmektedir. Dikilitaştaki tarih 5. yıl, Şemu (Yaz) Mevsiminin 3. ayı, 3. günü,  MÖ.1209-1208’i gösterip Firavun Merneptah'ın Zaferinin methedilmesiyle başlamaktadır.

 

Siyah Granit stelin son iki satırında, önceden Kenan'da aralarında Aşkelon, Gezer, Yanoam ve İsrail halklarının da bulunduğu birçok halka karşı kazanılan zafer aktarılmıştır. Bu yüksekliği 3.18 m., eni ise 1.63 m. olan dikilitaş genelde düzyazı olup, Mısır Yeni Krallığındaki diğer steller gibi şiirsel bitmektedir. Ama durun, bu dikilitaş’ta İsrail’den bahsedildiğinin belirlenmesi (!) hususuyla ilgili şu önemli detayı da aktarıp sonraki konuya geçelim.

 

Hikâye şu; stelin tercümesinde yardımcı olmak için Flinders Petrie, Alman filolog ve Mısırbilimci Wilhelm Spiegelberg'e (1870-1930) danışır. Çalışmalarına hemen başlayan bilim adamı metnin sonlarına doğru, Merenptah'ın zafere ulaştığı halkın adını bir sembol yüzünden çıkarmakta zorluk çeker. -- I.si.ri.ar? Uzun uzadıya düşünse de kesin bir sonuca varamaz. İşte o beklemenin sonunda Petrie acilen olaya müdahale eder: “İsrail!”. Başta tereddüt etse de sonunda Spiegelberg de bu tercümenin doğru olduğuna kanaat getirir. Petrie sevinçle, "Bu buluşumuz din adamlarının nasıl olur da hoşuna gitmez?" der. Ve aynı günün akşamında, yemekte, buluşunun önemini farkına vurgulayan Petrie şu cümleyi kuracaktır: “Bu stel, diğer bulduklarımın yanında dünyada en çok bilineni olacaktır.” Antik Mısır belgelerinde ilk defa İsrail adı geçmesinin ilan edilmesi, İngiltere gazetelerine manşet olur.

 

YUSUF’UN SATILDIĞI ÜCRET: Tevrat’a göre Yusuf Peygamberin köle olarak satıldığı ücret 20 şekeldir. Bu ücret Hammurabi yasasında (MÖ.18.yy.) geçen bir köle için istenilmesi gereken ücrettir. Bu Yusuf hikâyesini tarihlendirmek açısından güçlü bir ipucudur. MÖ.16.-15.yy. kayıtlarında ise ücret 30 şekel olarak verilir. Tevrat’a göre Musa ve Yusuf arasında en az beş nesil geçmiştir. Bu verilerin ışığında 15.yüzyıldaki bir Çıkış yani Exodüs, 13.yüzyılda olası bir Çıkışa göre daha mantıklıdır.

 

KENAN ŞEHİRLERİ’NİN YIKIM TARİHİ: Son olarak II. Ramesses döneminde varsayılan bir Çıkış beraberinde birçok problem getirir, çünkü 13-11.yüzyıllar arası (Demir Çağı) Eriha veya Ai gibi Kenan kentleri ortalıkta yoktur, çoktan yıkılmışlardır.  Ai (Khirbet el-Maqatir) ve Eriha MÖ.16-15. yüzyıllar arası birkaç yıkılma izleri taşımaktadırlar. Bu Yeşu’nun dönemine denk gelmektedir ve Tevrat’ın iç kronolojisini tasdik eder. Öte yandan, Protestan Kilisesine göre de Mısır'dan Çıkış Kitabı, İsrail halkının yaklaşık 3.500 yıl önce köle oldukları Mısır'dan ayrılmalarını anlatır. Bu tarih de Ortodokslarla hemen hemen aynı tarihe denk düşmekte. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde de aynı görüşlere rastlıyoruz. “Mısır’dan çıkışın kesin tarihi bilinmemektedir. Bu konuda iki görüş vardır. Olay ya MÖ.1290’larda II. Ramesses döneminde veya MÖ. 1441’de XVIII. sülâleden Kral Amenofis devrinde cereyan etmiştir.”

 

Bu Exodüs olayıyla ilgili çok daha farklı tarihler de dillendirilmektedir ancak bu soruna daha sonra değineceğimiz notunu düşerek asıl konumuza dönelim. Eski Ahit’teyiz yeniden.. İsrailoğulları başlarında Hz. Musa olmak üzere Mısır’dan çıktılar. Yaptığından pişman(!) olan Firavun, ordusunun başına geçerek onları çölde takibe başladı. Elbette niyeti belli. Durumu fark eden Yahudiler hızla kaçmaya başladılar. İşte biz de Exodüs Hikâyesine burada katılıyoruz.

Genelde sözel olarak anlatılanlara göre on binlerce insan (ki bu sayı tartışmalıdır), çoluk, çocuk, genç, ihtiyar, kadın, erkek kurtarabildikleri(!) malları, hayvanlarıyla birlikte uçsuz bucaksız kavurucu sıcakta can havliyle kaçıyorlar.

 

 

FiRAVUN FİKİR DEĞİŞTİRİYOR (!)

 

İleriki bölümlerde detaylandıracağız ancak bir altyapı oluşturması maksadıyla bu Mısır’dan Çıkışla ilgili bazı bilgiler aktaracağız.. Kesin ve açık olan şudur ki, İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışı önceden planlanmış, hızlı ve organize bir çıkıştır. (Ölüm Saçanlar bölümünü hatırlayın) Yahudi tanrısının başlarına sardığı felaketler ve üstüne üstlük Mısırlı halkın Yahudilerce soyulmasının şokunu hemen atlatamayan firavun ve askerleri İsrailoğullarının peşine düşmekte bir hayli geç kalmışlardır. Bu süreç Yahudilere bayağı bir yol aldırmıştı. Tevrat’a göre firavun sonradan pişman olmuş ve “Eyvah biz ne yaptık, onları serbest bırakmakla kölelerimizi kaybettik” demiş. Gerçekten durum öyle miydi bakacağız.

 

Aşağıda detaylıca değineceğimiz gibi, Yahudilerin giderayak Mısırlıları soymaları hususu var. Mısırlılar Yahudileri bir sürü hayvan, yiyecek, giyecek, yolluk ve hatta altın ve gümüşle yolcu ederler, Tevrat’a göre. Sizce bu anlatı gerçekleri yansıtıyor mu bilemeyiz ama bizce son derece saçma. Gece karanlığın çökmesiyle evlerine giren Ölüm Saçanlar, her Mısırlının evindeki ilk doğanların kafalarını koparırlar (Tevrat anlatımı), bununla da yetinmeyerek ahırlarındaki hayvanlarının dahi kafalarını keserler. Ölüm Saçanlar bu katliamları yaparken bu cinayetlerden firavun da nasibini alır, onun da oğlunun kafası kesilir gizlice saraya girilerek. Ölüm Saçanlar (ki bunlar çeşitli Yahudi kutsal kitaplarında ellerinde kılıçlarıyla kanatlı meleklerdir(!)) bu yaptıklarıyla da yetinmezler, sarayın zindanlarına dalarlar oradaki Yahudi tutukluları kurtarırken, diğer mahkûmları da kılıçtan geçirirler. Tevrat yazarları bu elleri kılıçlı meleklerin(!) zindanlardan kurtardıkları Yahudi mahkûmları bu hengâmede nasıl diğerlerinden ayırabildiler konusuna da bir açıklama getirmek durumundalar. Öyle ya, hadi şehirde Yahudilerin oturdukları evleri kurban kanlarıyla işaretlediler anladık, e peki zindandaki Yahudilerin işaretleri neydi acaba? 

 

Neyse, biz devam edelim.. İsrail Tanrısının başına sardığı onca bela, kafaları koparılan ilk doğanlar ve de giderayak Mısır halkının soyulması karşısında firavunun Tevrat’ın anlattığı üzere “köle hesabı” yapması inandırıcılıktan bir hayli uzak. Bunları bizzat yaşayan firavun ve Mısır halkı öfkelenip İsrailoğullarının peşlerine düşmeyeceklerdi de ne yapacaklardı? Bu arada, o iyi bu kötü hesabı yapmıyoruz. Yapmaya çalıştığımız olayı daha anlaşılabilir bir hale getirmek. Tevrat 10. Felaketi şöyle anlatır: “O gece firavunla görevlileri ve bütün Mısırlılar uyandı. Büyük feryat koptu. Çünkü ölüsü olmayan ev yoktu.” Çıkış, 12:29. “At midnight the LORD struck down all thefirstborn in the land of Egypt, from the firstborn of Pharaoh who sat on his throne toy he firstborn of the captive who was the dungeon, and all the firstborn of the livestock.”

 

Şimdi şu takip hikâyesine odaklanalım. Bakalım neler yaşanmış bu takip sırasında. Bu takip konusu Kuran’da Şuara Suresi 63. ayetinde geçiyor. “Güneş üzerlerine doğarken onların ardına düştüler.” İsrailoğullarının şehirden ne zaman çıktıkları konusunda elimizde herhangi bir bilgi yok. Tevrat’ın “bir hayli yol almışlardı” anlatısından ve de Kuran’ın firavunla ordusunun “şafakta” peşlerine düştüğü gerçeğinden hareketle İsra-el kavminin en erken bir gün önce şehirden çıktıklarını söyleyebiliriz. Bu süre iki gün de olur, üç gün de kimse bilmiyor. Neticede amansız kovalamaca, takip başlamıştır.

 

Bu kovalamacaya yeniden döneceğimiz bilgisiyle olayların başlangıcına bir göz atalım istiyoruz. Özetle; 40 yıl sonra Medyen’den çıkan Musa Mısır’a döner, Yahudilerin liderliğini alıp firavuna çıkar ve “İsra-el kavmini azat et yoksa..” diyerek kendisini tehdit eder. Firavun belki de gitmelerine izin verecektir bilinmez, ancak bilinen tek şey Rabb’in onun kalbini mühürlediğidir. Bir türlü izin vermez ve Rabb’in dört gözle beklediği ana gelir sıra. Mısırın başına 10 felaket verir. Mısır’dan kan ve çığlıklar yükselirken Yahudi tanrısı Rabb, Musa’ya yeni emrini verir.

 

 

SOYGUN

 

TEVRAT: “İsrailliler Musa’nın dediğini yapmış, Mısırlılardan altın, gümüş eşya ve giysi istemişlerdi. RAB İsraillilerin Mısırlıların gözünde lütuf bulmasını sağladı. Mısırlılar onlara istediklerini verdiler. Böylece İsrailliler onları soydular. (Mısırdan Çıkış 12:35-36)

 

İlginç bir ayet. Burada (M.Çıkış 12:35-36) da açıkça belirtildiği gibi Yahudiler, Rabb’lerinin yardımı ve teşviki sonucu Peygamberleri Musa'nın da isteğiyle Mısırlıları kandırmışlar, onları soymuşlardır. “Soyma” sözü bizim değil bizzat ayetin sözüdür. İşin bir diğer ilginç yanı da, hiçbir Yahudi sohbetinde ve Exodüs’ü anlatan kitaplarında bu ayetlere yer verildiğini göremezsiniz. Paro’nun (Mısırlıların firavunlarına verdikleri isim) zalimliği, acımasızlığıyla alakalı hikâyeler uzun uzadıya anlatılır ama kendilerinin Mısır’dan çıkarken yaptıklarından hiç söz edilmez.

 

Oysa bu anlattıklarımız bizzat Eski Ahit’ten alınmış ayetler. Anlattıklarına bakılırsa “Yahudiler aceleyle çıkarken, açtıkları hamurun mayalanmasını bekleyemediklerinden, hamur kabaramamıştı. (Bu yüzden Pesah boyunca mayalı yiyecekler yenmez.) Oysa yukarıdaki ayet onların öyle alelacele değil de, Mısırlı komşularından yiyecek, giysi, yolluk, altın, gümüş vs. aldıktan sonra Mısır’ı terk ettiklerini anlatıyor.

 

İsra-el kavminin Mısırlıların gözünde lütuf bulmaları çok saçma bir yaklaşımdır. Haydi, firavun kötüydü diyelim, ancak ister bu tanrı-kralın, ister Yahudi tanrısının “inatlaşmasıyla” arada kalan, 10 ağır belayla canlarını, mallarını yitiren, sefalet ve acı çeken Mısır halkının bu kadar felaketten sonra Yahudileri affetmeleri ne denli inandırıcı olabilir ki? Üstelik affetmekle de kalmayıp, onlara bir sürü yiyecek, giyecek, yolluk, hatta altın ve gümüşlerini de vererek kendilerini “yolcu etmeleri” son derece tutarsızdır. Başta kendi çocuğu olmak üzere, bir gecede binlerce Mısırlının çoluk, çocuk denmeden katledilmesi sadece firavunu değil, sıradan bir insanı bile sonucu ne olursa olsun korkmaya, bir kenara çekilmenin aksine, intikam ateşiyle sonucuna bakmaksızın kıyasıya bir savaşa girmesini ne engelleyebilir ki? Üstelik bu katliam sonrası soygun firavunu ve de Mısırlıları nasıl öfkelendirmezdi ki? Kısacası, İsra-el kavminin peşine firavun düşmeyecekti de kim düşecekti?

 

Gérald Messadié’nin Rabbin yardımıyla Mısırlıları soyma eyleminin Mısır’daki Elaphantine adasında bulunan bir stelde (dikilitaş) aynı şekilde ancak üç kez tekrar edildiğini yazarak şunları söyler: “Bu dört cümlenin hiçbir mantıklı ve kabul edilebilir bir açıklaması yoktu. Öncelikle ve doğrudan üstelik apaçık ahlaksızlığa çağrıdır” der. Messadié’nin dördüncü cümle dediği Elaphantine adasındaki stelde bulunan cümle şudur: “O (Davut) İsrailoğullarını (Mısır dışına) gümüş ve altınlarla yüklenmiş olarak çıkardı.” (G. Messadié, Musa, Sayfa 576) Bu hikâyede Yahudileri Mısır’dan çıkaran Musa değil, Davut’tur. (Çokilginç) Üstelik çıkılan yerin Mısır olduğu da sadece bir yorumdan ibarettir.

 

Bu mantıktan uzak Tevrat açıklamalarına yardım bu kez Judeo- Hıristiyanlardan (Yahudi iken Hıristiyanlığı benimseyen Yahudi-Hıristiyanlar ) gelecektir. MS.160-225 yılları arasında yaşamış, kendini aşmış bir Hıristiyan bilgesi(!) olan Tertullien, Rabbin emriyle yapılmış bu soygunu şöyle yumuşatmaya çalışacaktır: “Mısırlıların, uzun yıllar verdikleri emek karşılığında İsraillilere ödediği bir tazminattır bu”. Yapılan açıklama bu “aşkın” bilgenin Kutsal Kitap’ın, Mısırlıların İsra-el kavmine ne kadar eziyet ettiği iddiasından, ya haberi yoktur veya bu sözleriyle Eski Ahit’teki eziyet olayının doğruluğuna inanmamaktadır. Tanrının bu nedenle Mısırlıların başına yağdırdığı felaketlerden de ya haberi yoktur, ya da inancı. İsraillilere tazminat ödediğini yazdığı Mısırlıların, yeni doğmuş İsrailli bebekleri bile öldürdüğünü bilmediğine göre, bunları üzerlerine basa basa defalarca yazan Kutsal Kitabı da ya hiç okumadığı veya ciddiye almadığı son derece açıktır.

 

Daha da ileri giden bazı Tevrat yazıcıları, bu mücevher, altın ve diğer değerli eşyaların, sahiplerinin istekleri dışında, “zorla” bir tür savaş ganimeti olarak alındığını yazmakta bir sakınca görmezler. (G. Messadié, Musa, sayfa 592) Bu savaş ganimetlerini Mısırlılardan “zorla alan” İsrailliler, kerpiç yapımı evlerde oturan, her türlü ağır işlere koşulan ve tarlalarda zorla çalıştırılan “esir kavim“ İsrailliler olsa gerektir.

 

Ancak sırası gelmişken şunu da itiraf etmeliyiz ki İsrailoğullarının öbür dünyayı bilemeyiz ama bu dünyada her nedense çok ikna edici, inandırıcı bir toplum oluşturdukları yadsınamaz bir gerçektir.  Mesela, “Musa” adını verdiği kitabında Musa Peygamber ve takipçilerinin pek çok tartışmalı konularını gözler önüne seren (ki bu kitaptan pek çok örnekler verdik) Gérald Messadié bile, Yahudi Kutsal kitabının üzerine basa basa “soygun” olarak nitelendirdiği bu Mısırlıların soyulması olayını (Mısırdan Çıkış 12:35-36) “Bence Çıkış Kitabı, her şeyden yoksun ve yoksul İbranilerin, bir çeşit veda armağanı istemiş olduklarını ima etmektedir” diye yazarak konuyu sulandırmaya çalışmıştır.

 

Bu gibi çaba ve düşünce sahipleri aslında İsra-el Kavmi Tanrısının verdiği emirleri ifade ermekten aciz bir duruma düşürdüklerinin farkındalar mıdır acaba? Ne yani Böylece İsrailliler onları soydular diye emir veren Rabb, “soydular” yerine mesela “Mısırlılar onlara bu tür armağanlar sundular” demekten aciz miydi? İşte bu gibi insanların yaptıkları bu tip gariplikler, pişmiş aşa su katmak benzetmesiyle/deyimiyle açıklanabilir ancak.

 

Bu arada İsrailoğullarının tamamen savunmasız, gariban olmadığını da belirtelim, silahlı çoğu. Halkı çöl yolundan Kamış Denizi'ne doğru dolaştırdı. İsrailliler Mısır'dan silahlı çıkmışlardı.“ (Mısır’dan Çıkış 13: 18) Yani yukarıda verdiğimiz iki ayetten de anlaşılacağı üzere Mısır’dan çıkan Yahudiler, sahip oldukları mal, mülk, ziynet, hayvan vb. yanı sıra, soydukları Mısırlıların altın, gümüş ve giysileriyle bayağı zengin, üstelik silahlıydılar Exodüs’de.

 

İşte İsrailoğullarının Mısır’ı terk ederken yaptıkları bu hırsızlık ve soyulan Mısır halkının feryatları zalim(!) firavunu intikam almaya, bu hırsızlığın hesabını sormaya nasıl yönlendirmesin? Öte yandan bu tür hırsızlığı, kandırmayı, soygunu emreden bir Rabb ve Peygamberi? İlginç değil mi sizce de? 10 Emir’i hatırladınız mı? Hani Musa ve takipçileri Mısırlılardan kurtulduktan sonra 40 sene çöllerde dolaşıp Rabb’inin kendisine ve takipçilerine “Vadettiği Toprakları” ararlar. Musa bir ara Rabb’inden gelen talep üzerine Sina Dağı’na çıkar ve orada Tanrı’nın iki taş levha üzerine yazdığı(!) (Musa değil bizzat Tanrı Rabb yazıyor. Bizim iddiamız değil, Kutsal Kitap böyle diyor) 10 Emir’le aşağı iner. (Mısır’dan Çıkış; 24:12-18) Ne demişti Musa’nın Rabb’i peygamberine? 8. Emir: Çalmayacaksın. (Mısır’dan Çıkış; 20:15) Ne oldu da Mısırlıların mallarını çaldıran Musa’nın Rabb’i şimdi fikrini değiştirdi? Rabb böyle dün dündür, bugün de bugündür”cü mü acaba? Öyle ya sık sık, insan gibi fikir değiştiren bir Tanrı figürü?

 

 

MISIR’DAN ÇIKAN YAHUDİLERİN SAYISI....

 

İşte yine üzerinde çokça polemiğe, tartışmaya neden olmuş bir konu daha. Eski Ahit’e baktığımızda şu bilgiyle karşılaşıyoruz. “Kadın ve çocukların dışında 600 bin kadar erkekle yaya olarak Ramses’ten Sukkot’a doğru yola çıktılar. Daha pek çok kişi de onlarla birlikte gitti. Yanlarında çok sayıda davar ve sığır vardı.” (Çıkış, 12:37) Bitmedi, üstelik bu konuda tam sayı da verilir. “12 oymaktan 603.550 kişi sayarlar.” (Çölde sayım, 1:46) Devam; “Bu sayılan 603.550 kişi, 20 yaş üstü ve savaşabilecek durumda olan erkeklerin sayısıdır” (Çölde sayım,1,41,4) Muazzam(!), inanılmaz bir ordu.

 

Anlaşıldığı kadarıyla Yahudi kadınlar, çocukların yanı sıra grupta Yahudi olmayan başkaları da bulunuyor, yani tahminen bir milyon kişilik bir kalabalık. Bu pek çok kişiden kasıt Mısırlıların yönetimi altındaki diğer köleler olmalı. Fırsattan istifade onlarda İsrailoğullarının arasına karışmışlardır diye düşünülebilir. Yahudi din bilimciler bunların sayısının da elli ile yüz bin arasında olduğunu düşünüyorlar. Toplamda 600.000 eli silah tutan Yahudilere bunları da ilave ederseniz tam 700-750.000 kişilik silahlı bir ordu. Bu sayıya kadın ve çocukları, yaşlıları da ilave ettiğimizde Mısır’dan çıkanların sayısı Yahudi tarih yazarlarına göre en az beş milyon kişidir. Bu o kadar büyük bir sayıdır ki, bunun onda biri bile oldukça abartılı bir rakam sayılmalıdır. Bu arada Goşen Bölgesi’nde yaşadıkları Eski Ahit’te defalarca belirtilen İsra-el kavminin neden bu bölgeden değil de Ramses’den yola çıkmış oldukları sorusu da yanıtsız kalmaya mahkûmdur. 

 

Yahudi tarih yazıcılarının doğruluğunda ısrar ettikleri bu olanaksız beş milyon sayısı bizi ilginç saptamalara da yönlendirmekte. Diyelim ki bu beş milyon insanı 5’erli sıralar halinde dizip bir yürüyüş kolu yaptınız. Tam 1 milyon sıra, her sıranın arasına birer metrelik bir aralık olduğunu var sayarsanız bir milyon metre uzunluğunda (1000 km.) bir yürüyüş kolu elde edersiniz. Bu da ilk sıra Türkiye sınırlarına ulaştığında, son sıraların henüz Mısır’da olması gibi “ilginç” bir durum demektir. Aynı hesabı bu göç kafilesinde olması gereken kağnı benzeri ilkel arabalar için yaparsanız, her on kişiye bir araba hesabıyla 500 bin kağnı, yani 2 bin km. uzunluğunda bir kağnı katarı elde edersiniz ki, bu da ilk araba ile son araba arasında on günlük bir mesafe olması demektir. Ayni hesaplamayı Alman filozof Hermann Samuel Reimarus (1694-1768) da yapmıştır. Onun hesaplamasına göre Kızıldeniz olarak iddia edilen (gerçekte Sazlık Denizi) denizi geçenler; 5 milyon insan, 300.000 sığır, 600.000 koyun-keçi ve 500.000 kağnıdır. Bu 5 milyon insan onarlı sıralar halinde yürümüşlerse 280 mil uzunluğunda bir yürüyüş kolu oluşturmuşlar demektir. Gerçi hesap yanlıştır ama 280 mil yaklaşık 520 km. demektir ki bu mesafe de yaklaşık olarak İstanbul Ankara arası uzaklıktan fazladır.

 

Mısırlılarla, Hititler arasında MÖ.1274 yılında gerçekleşen Kadeş Savaşı’nı bilmeyenimiz hemen hemen yoktur, akabinde yapılan Tarih’in ilk yazılı uluslararası anlaşması Kadeş Anlaşmasını da. Yazıyla kayıt altına alındığından doğruluğundan eminiz, efsane değil, kayıtlı, gerçek. Çağın iki büyük devletini karşı karşıya getiren bu savaşta Ramses II. komutasındaki Mısır Ordusu 20.000 piyade ve 2.000 savaş arabasından, III. Hattuşili komutasındaki Hitit Ordusu da 37.000 piyade ve 3.500 savaş arabasından oluşuyordu.

 

Bir başka örnek daha verelim.. Mısır’dan Çıkış’tan 6 asır sonra, MÖ. 8.yy.da, Asur Kralı II. Sargon, 10 İsrail kabilesinden oluşan kuzeydeki İsrail Krallığını yıkar. Ve bölgede yaşayan İsra-elli’leri sürgün eder. Bunların sayısının da 28.000 kişi olduğu Asur tabletlerinde yazılıdır.

Biraz daha yakın tarihlere de gelelim. Exodüs’den yaklaşık 3.000 yıl sonra 1477 yılında Konstantinopolis’in (ya da Konstaniyye) toplam nüfusu yüz bin olarak sayılmıştır.

 

(1477 yılında yapılan nüfus sayımı uyarınca kentin Avrupa yakasında 14.300 hanelik nüfusun 8.851’i Müslüman Türk, Galata’da ise 1521 hanelik nüfusun 535’i Müslüman Türk’tü. Bu sayıya askerler, medrese öğrencileri ve tutsaklar eklenince kentin nüfusu yüz bine yaklaşıyordu. A.C.)


Şimdi aklımıza gelen ilginç bir konu var. Gerçi Mısır’ın başına gelen felaketlerden yukarıda bahsetmiştik ama bunu atlamışız. Gerçekten Eski Ahit tasdikli sağlam bir anlatı olduğundan, sizinle geç de olsa paylaşmak istiyoruz.

 

Kutsal Kitap’ın yazdığına ve diğer Yahudi kaynaklarında yazıldığına göre, Tanrı’nın mucizesi neticesinde Mısır’daki bütün sular kana dönüşür. Ama Goşen’de yaşayan tüm Yahudilerin evinde temiz ve saf su bulunmaktadır. Bunu duyan tüm Mısırlılar Goşen’e akın ederler. Ancak bir Yahudi’nin evindeki su bile, Mısırlılar içerken kana dönüşmektedir. Sonunda Mısırlıların aklına parlak bir fikir gelir. “Yahudilerin içtikleri bardaktan biz de içersek, rahatça su içebiliriz” diye boşuna umutlanırlar. Bir Yahudi su içtiği zaman rahatlıkla içebilmektedir ama aynı bardağı kullanmak bile Mısırlıların kan içmesini engelleyemez.

Bunun üzerine Mısırlılar Yahudilere “Peki suyu sizden satın alsak, rahatça içebilir miyiz?” derler. İşte bu fikir işe yarayacaktır. Yahudilerden “satın alınan” sular kana dönüşmez. Kan felaketinin sürdüğü yedi gün boyunca Yahudilerden su satın alırlar ve Yahudiler böylece hatırı sayılır ölçüde para kazanırlar. Yahudi tanrısının ve İsra-el kavminin akıllarının ne denli ticarete yatkın olduğunu 3.000 sene önceden gösteren fevkalade bir örnek. (Bu konu için bkz. Yahudi sitesi www.sevivon.com)

 

İsra-el tanrısı Nil’in sularını neden kana dönüştürmüştü? Mısırlılar susuz kalsın ve firavun Yahudilerin gitmesine izin versin diye. Para kazanmak için tanrılarının susuz kalmalarını istediği Mısırlılara su satanlar kim? İsra-el kabilesi.

Sonunda Kutsal Kitap’ın da belirttiği gibi Mısır’ın başına gelen felaketlerden hiçbir şekilde etkilenmeyen, hatta kan belası sırasında Mısırlılara su satarak “hatırı sayılır ölçüde para kazanan” İsra-el kavmi (bu tanım Eski Ahit’e aittir) dev bir göç kafilesi halinde yola çıkarlar. Tevrat hepsinin aynı gün ve aynı şehirden yola çıkmış olduklarını bildirse de bunun olanaksızlığı açıktır. Üstelik Kutsal Kitap bundan bir göç kafilesi olarak değil de “Rabb’in Orduları” gibi anlaşılması güç bir tanımla söz etmektedir.

 

 

 

Devam edeceğiz...

BIBLE AND SPADE DERGİSİ...
BIBLE SPADE DERGİSİ VE DR. BRYANT WOOD...
FLINDERS PETRIE...
GERALD MESSADIE...
WILHELM SPIEGELBERG...
BERLIN ISRAEL YAZITI...
SOLEB YAHVE YAZITI...
MERENPTAH STELE...
GOŞEN BÖLGESİ...
GOŞEN BÖLGESİ I...
ÖLÜM SAÇANLAR - SİLAHLI MELEKLER(!) İŞ BAŞINDA...
ÖLÜM SAÇANLAR - SİLAHLI MELEKLER(!) İŞ BAŞINDA I...
  • YORUMLAR (0)
  • YORUM YAP
    • İlk yorumu sen yap.
  • Ad Soyad E-mail Adres Yorum