SİTEDE ARA

PAROS ADASI
15 Ocak 2018

Kiklad (Kyklades) Adaları, Yunanistan’ın Güney Ege Coğrafi Bölgesine dahil bir ildir. Atina’dan kolayca ulaşabilinen bu adalar, Ege’nin en değerli taşlarıdır. Antik Yunan coğrafyacıları bu eşsiz ada topluluğuna Kiklad adını verdi, çünkü onların kutsal Delos adasının etrafında varsayımsal bir daire (Kyklos) oluşturduklarını düşündüler. Efsaneye göre, adalar, devler arasındaki bir savaşın ardında kalan artıklardır. Gerçekte, deprem ve volkanik patlamalar gibi dev jeolojik olaylar sonucu ortaya çıkmışlardır. Grubun yıldızları Mökene ve Santorini’nin tanıtılmaya ihtiyacı yoktur, ancak daha az bilinen büyüklü küçüklü adalar da oldukça güzeldir. aristokrat Siroz’u, kozmopolit Bara’yı, heykeltıraşların göz bebeği İstendil’ini, büyük ve cömert Nakşa’yı, egzotik Değirmenlik’i, ve tarih hazinesi Delos’u, Ege’yi güzelleştiren diğer hazinelerden yani Mürted, Termiye, Yavuzca, Koyunluca, Yamurgi, Eskinos, Anafiye ve Bolukendire bahsetmeye gerek bile yok. Bu adalar gurubunda yıldızı yükselenlerinden birisi de Paros Adası. Tertemiz berrak plajları, sakin ve sevimli köyleri, beyaz badanalı evleri ve korunmuş doğallığıyla gelenleri etkiliyor. Jet sosyetenin tatil durağı, gece hayatıyla ünlü Santorini ve Mikonos adaları kadar ünlü olmasa da, Yunanlıların ve orta yaş üstü kaliteli Avrupa turistlerin tercih ettiği güzel bir ada.

Paros adasına Türkiye’den direkt gidiş ne yazık ki bulunmuyor. Biz birkaç sene evvel gerçekleştirdiğimiz Santorini’den Paros’a geçtik. Adanın yüzölçümü 196.3 km². ve elimizdeki broşüre bakılırca nüfusu 14 bin civarında. Ağaçsız, kayalık Santorini’deki son gecemizde Paros’un, mavinin her tonunu görebileceğiniz nefis plajları, zeytin ağaçları ve bağlarla kaplı tepeleri ile diğer bölgedeki diğer adaların çoğundan daha yeşil olduğunu öğrendiğimizde bayağı heyecanlanmıştık. Adanın etrafında bir tur atıp tüm güzelliklerini bize sunan cruise gemimiz Egean Star Parikia’daki limana yanaştı. Orta ölçekli bu limanda dev turist gemileri, feribotlar, katamaranlar, Pire’den diğer adalara uğrayarak 4 saatte buraya gelen cruise gemilerin sayısı bir hayli fazla. Adada tam Akdeniz havası hâkim, her yerde bir sükûnet, bir huzur, bir rahatlık var. Zaman sanki yavaş, hem de çok yavaş akıyor burada sanki. Paros’un antik çağlardaki zenginliği burada çıkarılan saf beyaz mermerden geliyor. Bugün dünya müzelerindeki en güzel antik heykellerin birçoğunun olduğu gibi, Medici Venus, Nike of Samothrace, Hermes ve bebek Dionysus heykelleri, Parthenon’un çatısı Paros mermeriyle yapılmış. Napolyon’un mezarı da Paros mermerinden yapıldığı biliniyor.

3,500 kişinin yaşadığı Pairika (Hora) aynı zamanda adanın başkenti ve en önemli ticaret merkezi. Adaya ayak basar basmaz, ilk dikkatimizi çeken tipik Kiklad mimarisi ile inşa edilmiş renkli ahşap kapılı, beyaz badanalı küp şeklindeki, çatısız son derece sevimli evler oldu. Bu mavi beyaz evlerin arasına resmi daireler, lokantalar, kafeler, gece kulüpleri, turistik eşya satan dükkânlar serpiştirilmişti. İlk gözümüze çarpanlar arasında hemen kıyıda bulunan bembeyaz badanalı yel değirmenini de unutmayalım.

Ada büyük  ve otel seçeneği çok, dolayısıyla konaklama mevzusu nasıl bir ortam aradığınız, nerelere yakın olmak istediğinizle doğru orantılı. Parikia körfezini karşısına alan, dolayısıyla gürültüye, eğlenceye mesafeli kalabilen Krotiri tepesindeki otelleri tercih etmenizi öneririz. Üstelik Parikia’nın merkezine ister kumsaldan, ister asfalt yoldan yürüyerek gidip dönmek çok kolay yaklaşık yarım saat. Evimize yarın gitmeye karar vererek bir geceliğine buradaki Paros Apartments’da kaldık. Gündüz ayrı, gece ayrı güzel panoramik Parikia manzarası, plajlara yakınlığı, temiz ve rahat odası sayesinde bayağı hoşumuza gitti.

 

 

Paros’daki evimiz

Bundan tam iki yıl önce Atinalı iş ortağım Antimos Yannidis’i kırmayarak adada, sadece resimlerini gösterdiği yarı metruk bir ev almıştım. Mimar olan eşi sevgili Helena, evin iç ve dış mimarlığını yapacağını ve ancak bittikten sonra evi görebileceğimi söylemişti, Pire’deki limana hâkim müthiş güzel evlerinin balkonunda kılıç şiş yiyip uzomuzu yudumlarken. Şakayla başlayan bu konuşma gerek adayla ilgili anlattıkları, gerekse benim ada yaşamına olan düşkünlüğümle birleşince bir anda gerçeğe dönüşüverdi. İki gün sonra İstanbul’a döndüğümde bankamdan yüklü bir miktarı transfer edince işin ne kadar ciddi (!) olduğunu hemen kavradım. Her neyse bu iki yıl süresince yaptığım ödemeler sonunda yaklaşık 3 ay kadar önce Helena artık para gerekmediğini ve bu yaz Temmuz ayında evin hazır olacağını telefonda bildirdiğinde içimi bir heyecan dalgası kavramıştı. Ve işte o gün gelmişti, Santorini’de geçen romantik 6 günden sonra, içimde binbir heyecan Paros’a varmıştım. Dostlarım benim yarın ilk uçakla geleceğimi bildiklerinden, adayı tek başıma görmek için böyle davranıyordum. Ve ada beni çok iyi karşıladı, birbirimizi sevdik.

Evimiz Bizans İmparatoru Konstantin’in annesi tarafından yaptırılmış Yunanistan’ın en eski kiliselerinden Panagia Ekatontapiliani’nin (100 Kapılı kilise) komşusuymuş. Bizans döneminden kalma önemli bir kutsal, hac yeri olan yer. İstanbul’daki Ayasofya ile benzer mimariye sahip kilisenin yapılış tarihi MS 326’ya uzanıyor. Bizim ev de Hıristiyanlar için önemli bir hac yeri olan kilisenin iki sokak arkasında kısmen tepede, bahçeli,  manzaralı, taş bir yapıymış, Yunanlı dostların dediklerine bakılırsa.

Otelde eşyalarımı bıraktıktan sonra duş alıp bir süre dinlendim. Odamın balkonundan tepedeki tarihi Kastro (Kale)yi seyrettim bir süre.  Birkaç gün sonra dostlarla yapacağımız ada gezisinde 13. Yüzyıldan kalma, orta çağ kalesi kalıntılarının olduğu kale bu bölgenin en yüksek yeri olduğunu öğrenecektik. Ada manzarasının keyfini çıkarmak için ideal. Sahil yolunun devamında, uzayıp giden salaş ama bir o kadar temiz ve sakin plaj bölgesi uzanıyor. Deniz keyfi yapmak için ideal. Hemen onun karşısında ise begonvillerin süslediği oteller ve lokantalar yer alıyor. Oteldeki görevlinin önerisiyle güneşin batışını sahildeki Ephessus Restaurant’da seyrettik.  Yemekler, mezeler, servis nefis. Herşey bembeyaz ve tertemiz. Barbunya, deniz bitkileri, kalamar, midye ve uzoyla çok zevkli bir yemek yedik. Gece 10.00’a doğru limanın ağzından yükselen mehtap, fonda canlı ancak yumuşak Yunan müziği ve uzoyla harika bir gece geçirdik diyebilirim. Gece yarısını iki geçe kalktığımda o büyülü atmosfer tüm lezzetiyle hala sürüyordu.

Her zaman olduğu gibi yine saat tam 7.00’de ayaktaydım. Duşumu alıp, giyinip kahvaltıya bahçeye indiğimde otelin girişindeki büyük, antika saat 8.00’i vuruyordu. Adanın merkeze yaklaşık bir saatlik mesafede olan havaalanına Atina’dan gelen ilk uçak varmış olmalıydı. Daha şimdiden günün çok sıcak geçeceği belli oluyordu. Bir saat sonra Antimos’u arayıp geldiğimi, limanda bir kafede onları beklediğimi söyledim. Yarım saat kadar sonra geldiler, birlikte sohbet edip “Yunan” kahvelerimizi içtikten sonra arabalarına atlayıp görmeden aldığım, sevgili Helena’nın restore ettirip, bahçe, balkon ve iç dekorasyonunu yaptığı evime hareket ettik. 10 dakika kadar sonra Panagia Ekatontapiliani’nin önünden geçip hafif bir yokuşla yıllardır merak ettiğim evime vardık. Sonrası ek’teki resimlerde. Eve alışıp, birkaç gün geçirdikten sonraki Paros maceramı bir dahaki yazımda anlatacağım.

                                                                                                                      (devam edecek)

Panagolos Sokağı ve bizim fakirhane
Mutfak
Mutfak
Özel Paros taşı
Yatak Odam
Misafir Yatak Odası
1. Banyo
Ön Balkon
Arka Bahçeden bir köşe
Terastan bahçe ve manzara
  • YORUMLAR (0)
  • YORUM YAP
    • İlk yorumu sen yap.
  • Ad Soyad E-mail Adres Yorum